28.12.2017
Yazı: Haluk Damar
Hayatım boyunca müzikle ilgilendim. Fakat bu hakkında çok az bilgi sahibi olduğum bir şey. - Richie Beirach
Klasik müzik ve caz arasındaki uyuma, meşhur piyanist Richie Beirarch'ın bu önermesinin çok denk düştüğü kanısındayım. Caz janrının temel mühendisliğinin klasik müzik ile birçok benzerlik taşıdığına inanıyorum. Elbette sonraları insan faktörünü (duygu yoğunluğu) tamamen devreye sokan çok ileri bir müzik haline geldiyse de, temel beste yapısının gelişim skalasını, temsil ettikleri ve ortaya koyduklarından tamamen arındırırsanız, caz ve klasik arasındaki mühendisliğin birbirine ne kadar yakın olduğuna şaşırabilirsiniz. Elbette, Beirarch'ın müziğin ötesinde olarak işaret ettiği figür bu sene doğumunun 450. yılını kutladığımız efsanevi besteci Claudio Monteverdi idi.
1567 yılında İtalya'nın kuzeyinde doğan Monteverdi opera sanatının gelişmesine en çok katkıda bulunan bestecilerin en önde gelenlerinden birisi olma ünvanını hala elinde bulunduruyor. Monteverdi'nin düşünce sisteminin aynı zamanda caz ruhunun kıyılarında dolaştığı da su götürmez bir gerçek. Füzyon'un iki taraftan da birer ısırık aldığı prensibinden yola çıkarak, Monteverdi'nin doğumunun 450. yılı şerefine klasik müzik ve caz uyumunu yansıtan efsanevi yaratımları yeniden hatırlamak istedik.
George Gershwin - Rhapsody in Blue
Kimi zaman bilineni vitrine koymak geride kalan sürprizleri daha da parlatır. Klasik müzik ve caz uyumuna George Gershwin'in Rhapsody in Blue eserinden daha mükemmel bir örnek göremiyorum. 1924 yılında modern müzikte yeniyi aramanın peşine düşen Gershwin, klasik ve caz müziğin gerçekleşen ilk valsini yaratmayı da başarır.
Rhapsody in Blue'nun ortaya çıkmasının yolunu açan düşünce yapısı ise daha geniş kitlelerin opera ve klasik müziği anlamalarını kolaylaştırmak için bulunmaya çalışılan bir kültürel basamak arayışıdır. Bu arayışa cesurca yanıt vermeyi başaran Gershwin'in irdelediği alanın bir ustası olmaktan çok uzak olduğunu düşünürsek, aslında ne kadar önemli bir çığır açtığını daha yakından anlamış oluruz.
Duke Ellington - Jazz Symphony
Amerika'nın New York eyaletinde yer alan efsanevi Carnegie Hall konser salonunda ilk performansını vermeye hazırlanan Duke Ellington, bu performansı için sonraları caz tarihinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edileceğinin farkında olmadan "bir siyahinin Amerika içerisindeki tarihi" isimli özel bir beste yapmaya karar verir.
Ellington'un nadir çok sesli bestelerinden birisi olan hayalperest şaheseri Jazz Symphony, karmaşık yapısı itibari ile Ellington tarafından sadece üç kere tam formunda sergilenebilmiştir.
James Price Johnson - Yamekraw
Şurası kesin ki George Gershwin'in Rhapsody in Blue eseri, başta Duke Ellington olmak üzere birçok yetenekli caz müzisyenini klasik formları üzerine daha derin düşünmeye itti. Bu kurgu üzerine çalışıp besteler ortaya koyan müzisyenlerin en önemlilerinden bir tanesi de James Price Johnson idi. Harlem menşeli piyanist Johnson’un Yamekraw'ın genelinde sergilediği orkestrasyon ve yapısal bütünlük, caz janrının klasik müzik formuna yaptığı en önemli göndermelerden birisi olma özelliğini taşır.
Leonard Bernstein, Young People's Concerts - Jazz In The Concert Hall, Slow Blues, Fast Blues, Very Fast Blues
Cazın klasik müziğe sadece pas verip boşa kaçmadığı, aynı zamanda verkaça girdiği çok nadir anlardan biriside Leonard Bernstein'in 1964 yılında New York’ta sahnelediği üç parçadan oluşan muhteşem performansıdır. Bu sefer temelini caz dan alan fakat inşa olarak tamamen klasik müzik formuna evrilen üç parçadan oluşan bu eser kemanların performansa dahil edilmesi ile daha özgün ve yaratıcı bir kimliğe bürünür. Aynı zamanda adından da kolayca anlaşılacağı gibi caz janrında çok daha belirgin olan ve daha kolay anlaşılabilen hız mefhumunun üzerinde oynamak gibi çok zorlu bir işin de altından kalkarak kendinden sonraki jenerasyonlara bir referans noktası olmuştur.
Ornette Coleman - Forms and Sounds
Cazın felsefi kısmını ele alan öncülerden birisi olan Ornette Coleman'ın armoni teorileri bu benzersiz müziğin ufkunu genişleten çok önemli yakın dönem eserlerindendir. Fakat asıl bu teorilerden ortaya çıkan müzikal yaratımlar, janra göz etmeksizin beste kavramının geleceğine etki etmiştir. İşte 1965 yılında Coleman'ın kendi caz teorilerinden yola çıkarak bestelediği Forms and Sounds eseri de bu müzikal arayışın doruk noktasını temsil eder. Notların tamamen havada uçuştuğu ve keskin hatlarla belirlenmiş bir bestenin tamamen emprovizasyon ile ayakta durduğu, klasik müziğin teori olarak geneline hakim olduğu benzersiz bir caz bestesidir Forms and Sounds.
Claude Debussy – Viola
Debussy klasik batı müziğinde var olan tonu resmetmekten çok duyguyu aramanın peşindeydi. Sadece bu özelliği ile bile, şahit olamadığı caz müziğine yakınlığı ve yatkınlığı ile ele alınabilir. Elbette Debussy'nin klasik müziğe armağan ettiği en önemli kavram, kullandığı tonalitenin geleneksel olmaktan çok uzak oluşu idi. Sonraları Gershwin gibi caz ve klasik müzik arasındaki uyumu başarı ile yakalamış bestecilerin Debussy'nin tonal atlamalarını ve hemen geri dönüşte melodinin ve temponun el ele ilerleyiş biçimini kurgulayışına son derece dikkat ettikleri düşüncesindeyim.
Dimitri Shostakovich - Suite For Jazz Orchestra No.2
Debussy talihsiz bir biçimde cazın altın yıllarına şahit olamadıysa da, 1920'li yılların başında caz müziğe aşık olan önemli bir klasik besteci, caz ve klasiği aynı potada eritmenin teorilerini geliştiriyordu. Elbette bahsi geçen efsanevi besteci Dimitri Shostakovich, bahsi geçen ülke de Rusya olunca işler o kadar kolay ilerlemedi. 1930 yılına kadar aşık olduğu caz müziğini teorik olarak ele alan Shostakovich, bu on yıllık çalışmanın sonrasında 1938 yılına kadar aktif olarak faliyet gösteren Rusya Ulusal Caz Orkestrası için bir parça besteledi. Stravinsky'nin Neo klasik stilinden beslenen ama aynı zamanda grotesk yapıdan da beslenen çok yönlü bir besteci olan Shostakovich'in caz üzerine düşünme yöntemi sonrasındaki üretimleri elbette sadece klasik müzik ve cazı buluşturmadı. Teorik olarak iki farklı janrı da sonsuza kadar değiştirdi.
Aaron Copland - Piano Concerto
Amerikan klasik stilinde çok önemli bir figür olan Aaron Copland'ın 1926 tarihli eseri "Piano Concerto" aynı zamanda "Jazz Concerto" olarak adlandırılmaktadır. Hiç şüphesiz ki bu eser caz müziğin normlarına ve daha da önemlisi mistisizmine çok yakındır. Orkestraya ilave edilen saksafonlar klasik ve caz arasındaki kontrastın daha da belirgin hale gelmesinde oldukça etkili olmuştur.
Bernd-Alois Zimmermann - Nobody Knows The Trouble I See
Şahsi fikrimce bu serinin en ilginç isimlerinden bir tanesi post modernist bir klasik besteci olan Alois Zimmermann. Nobody Knows The Trouble I Have Seen isimli spiritual siyahi Amerikan parçasına göndermede bulunan ve bu parçanın ruhunu klasik bir beste için ödünç alan Zimmerman, bu emanetin karşılığını da tarihe kazınır bir biçimde veriyor. Günümüzün en efsanevi trompet repertuarlarından birisi olarak kabul edilen bu şaheser klasik ile caz arasındaki çizginin hemen hemen kaybolduğu çok nadir anlardan bir tanesi.
Igor Stravinsky - Ebony Concerto
Stravinsky'nin caz ile ilişkisinin ilk izleri Rusya zamanlarının sonuna denk gelir. Aslında sürekli caz ile haşır neşir olsa da neo klasik döneminin (1946) sonuna kadar geniş skalalarda caz üzerine yaratım üretmekten kaçınmıştır. Caz'a yatkın daha yavaş bir devinim ve klasikten uzaklaştığı daha dar bir hareket alanında kendisini konumlandırdığı Ebony Concerto eseri ile uzun süre etkilendiği caz müziğe eşsiz bir övgü atfeder.