Suzan, Koç Üniversitesi Sanat Tarihi ve Arkeoloji Yüksek Lisans programı 2012 mezunudur. Burada eğitim görmesinin sebebi Osmanlı tarihi ve sanatına olan derin ilgisiydi. Bu master programı tam burslu olarak sunulan disiplinler arası bir programdı. Tezinin odak noktası müze izleyicileriydi ve Türkiye'deki ilk ve tek kapsamlı müze ziyaretçileri araştırmasını “Sanat Müzesi Ziyaretçileri: İstanbul'daki Pera Müzesi ve Venedik'teki Peggy Guggenheim Koleksiyonu Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma” isimiyle yaptı. Bu çalışma için Pera Müzesi'nde 3 ay çalıştı ve Venedik'te Peggy Guggenheim Koleksiyonu'nda Uluslararası staj programı yaptı. Orada uluslararası sanat toplulukları ile tanışma, Modern Sanat hakkında ayrıntılı bilgi edinme ve Venedik'te yaşama şansı buldu.
Mezun olduktan sonra, New York merkezli önde gelen müze tasarım ve danışmanlık şirketi Ralph Appelbaum Associates ve Emre Arolat Architects ile Kayseri'de bir müze projesinde çalışma şansı buldu. Sergi İçerik Danışmanıydı ve yerel küratörlük ekibi ve yabancı tasarım ekibi ile yakın çalıştı. Serginin tasarımı, özellikle 1950 sonrası Türkiye'nin demokrasi tarihini konu alıyordu.
Meslek kariyeri teknoloji alanında işe alım danışmanı olarak devam etti, ancak her zaman sanata ilgisi vardı ve hayatının bu yönü, geleneksel türk sanatları alanında hizmet veren bir vakıf olan TKHV tarafından işletilen Caferağa Medresesi'nde mozaik ve Türk Seramiklerinde (Çini) öğrencisi- olarak devam etti. Eserleri bazen sergilendi ve sanatsal çalışmalarını IG hesabına @ 1cmkupmoza- ik yer alıyor. Sanata olan ilgisine paralel olarak projelerde serbest küratör ve sanat danışmanı olarak çalışmaya devam ediyor.
Çini ve geleneksel çini tekniği günümüzde var olan yerel ve evrensel ortamın ve insanların hangi ihtiyaçlarını karşılayabilir?
Zira salt dekoratif amaçlarla çini desenlerinin tekrarlanması ve güncelde pratik kullanımı olmayan formlarda yapılması, talep ve değer görüp geleceğe taşınması için yeterli olmayabilir. Değer görüp yaşaması için, aynı geçmişte İpek Yolunun oluşturduğu gibi, günümüzün kökünü ticaret yolları ve tarihten alan evrensel seramik sanatı bağlamında ele alınıp, daha fazla günlük kullanımda olması gerekir.
Çini'nin yaşaması için kullanılacak yaklaşımlardan birisi, desenlerin ve geleneksel tekniğin oluşturduğu insan üzerindeki meditatif etkisidir. Yuvarlak, geometrik ve döngüsel desenler İslam sanatlarında var olan bu figüratif olmayan desen ve tekrarların, kullanılan mavi renk paleti ile duvardan tavana kadar uygulandığı mekanlarda epiphany yada aydınlanma etkisi yaratabilecek güçte. Geçmişte çinilerin kullanıldığı bu mekanlar şaşırtıcı olmayan şekilde camiler ve cennete benzetilmeye çalışılan saraylar olmuştur. Dolayısıyla mekansal etki yaratmak için kullanılmışlardır. Mekanlarda ve evlerde iç mimaride kullanımı bir yaklaşım olabilir.
Ayrıca geleneksel çini çizimi tekniği günümüz karmaşasından arınmak ve yavaşlamak,kendinle baş başa kalmak için mükemmel bir yöntemdir. Çini deseni çizmek slow art kabul edilir. Çininin geleneksel tekniği zihinsel olarak yavaşlamak ve akış halinde olmayı gerektirir. Bu anlamda daha yaygın olabilecek, bir nevi çini terapiden bahsedebiliriz.
Bir klasik sanat tarzının Anadoludaki İznik stili, Çin mavi-beyazları, İtalyadaki Majolica seramikleri yada Hollanda'daki Delft seramikleri gibi, klasik ya da geleneksel olması için, zaman, bireysel ya da kolektif beğeniler ile onurlandırılmış ve sürdürülebilir olması gerekir. Bununla birlikte, geleneksel bir zanaatın yaşamaya devam etmesi için, teknik, renk, motif kompozisyonu veya formu olsun, ruhunu veya özünü koruyarak çağdaş zevkleri ve ihtiyaçları dikkate alarak, kendini geliştirmeye ve yenilik yapmaya devam etmelidir. Geleneksel bir sanatın yaşaması gelişmesi için bir diğer husus da, tekniklerde daha özgün ifadeler, anlamlar ve yenilik özgürlüğü yaratan farklı sanat türleri arasında disiplinler arası etkileşimdir.
Zamandan bağımsız bir klasik olan Çini desenlerinin kopyaları tekrarlanmak yerine farklı ve güncel beğeniye hitap edebilecek kompozisyonlarla tekrar çizilmeleri güncele uyarlamak bir yaklaşım olabilir. Bunu yaparken bazı klasik kuralların, kitsch’e kaçmadan esnetmek ve gerekirse bilerek yıkmak gerekebilir. Özellikle interdisipliner çalışan sanatçılar bu alanda oldukça iyi örnekler çıkarabiliyorlar. Günümüzde, toplumda da bir yansıması olduğu gibi, çağdaş sanat ve geleneksel sanat arasında da zira oldukça keskin çizgiler var. Geleneksel sanat eğitimi uygulayan sanat akademileri ve eğitim kurumlarının öğrencilerine yeteri kadar serbesti tanımayıp desen, form, kompozisyon, renk açısından belirli bir kalıpta üretim beklerler. Halbuki genç öğrencilere, özellikle de farklı sanat dallarından gelen ve yenilikte daha cesur olan interdisipliner genç sanatçılara alan sağlanırsa, daha serbest ve inovatif işler yaratılabilir ve güncele hitap edebilecek işler oluşur. Bu sanatın gelişmeye ve yaşamaya devam ederek bu bilgi dağarcığını geleceğe aktarılabilmesi için güncellenmesi ve güncele hitap edecek şekilde özünü koruyarak, sonuç başarılı olacaksa gerektiğinde de bazı kurallarını “bilinçli” olarak yıkmak gerekebilir.
Çinin'in tamamiyle el yapımı etiketi altında olması bir sanat oldukça değerlidir. El yapımının kıymeti oldukça fazla emek gerektirmesi, eşsiz olması ve bazen kusurlu olabilmesinden ve kusuraruyla değerli olabilmesinden. Kusurlu çıkan işler bile, Japonların Wabi Sabi felsefesinde olduğu gibi, kırık ve sonradan kırık yerlerinden altın bir tutkal ile yapıştırılmış mitsui seramiklerde olduğu gibi yaşanmışlık, geçicilik ve kusurluluk konusunu anlatabildiği için değerlidir. Dolayısıyla bir eserin sanat olması ona yüklediğimiz anlam ile çok alakalıdır. Anlam yükleyebilmek için de daha çok okumak, araştırmak, tarih bilmek, gezmek ve yaşamak gerekir. Örneğin bu anlam yemeklerin ve yiyeceklerin şık bir şekilde, yerel ve geleneksel değerleri yansıtan sunumu ile ve türk kültürü ve kimliği ile alakalı olabilir. Bizi, İstanbulu, geçmişimizi ve Türk mutfağını yansıtabilir.
Bazı insanlar çini’yi geleneksel ve islami bir sanat olarak görür. Batı da çiniye figüratif olmadığı için İslami bir sanat olarak bakar. Bu konuda aslında kesinlik yok. Figüratif de olan bir çok çini örneği vardır. Selçuklu sanatındaki insan ve hayvan morifleri ve Kütahya çinilerinde olduğu gibi. Toplumumuzda da geleneksel ve çağdaş oldukça keskin kutuplar. Fakat bu sanatı sentezleyerek günümüz beğenilerine hitap eden hale getirmek mümkün. Halihazırda İznik ve mavi beyaz porselenler belirli bir tarihsel bağlamda gelişmiş ve klasik olmuş, hala beğenilen stiller. Bu demek oluyor ki zamansız bir kalite ve sonsuza dek devam edecek bir değeri var. Fakat günümüzde bu gelenekseli tekrarlamak, zaten yapılmış ve kopya işleri yapmanın da fazla anlamı yok. O klasiği güncel beğeniye hitap edecek şekilde yeniden yorumlayabilir yada belki günümüz bağlamında bir klasik oluşturulabilir.
Gelenekten Esinlenilmiş / Inspired by Tradition sergisi için seçilen sanatçılar, geleneksel çiniyi günümüze uyarlamakla birlikte, güncel ve gelenek arasında bir ilişkiselliğin yolunu açarak, geleneğin üzerinde temellenen bir çağdaşlığa vurgu yapmaktadır.
Kendisini yeni nesil çinici olarak tanımlayan Aysel Güneş anısal fotoğraflarla geleneksel çini desenleri kolaj yaparak, kendi bulduğu teknik ile buluşturuyor. Sanatçının yarı tabaklarında bir yarıda geleneksel ve yoğun desen, öteki yarıda yer alan minimalist anlayıştaki renk alanları, görünen karşıtlığın ötesinde aynı düzlemde bir devamlılığa da dikkat çekerken, aynı zamanda, izleyicide antagonist çatışmaya yönelik bir farkındalığın yaratmaya da yol açar.
Aynı zamanda akademisyen de olan Can Gökçe çalışmalarında özellikle geleneksel tekniklerden ve motiflerden yararlanmaktadır. Geleneksel ve klasik olanın dışına çıkarken, geleneksel renkleri kullanmaktan vazgeçmeyen sanatçı, teknik deneyimlerini bu yönde aktarmaktadır. Farklı kültürlerdeki seramik üretim yöntemlerini de tasarımları ile birleştirmektedir. Geleneksel desenleri uyarlar. Bunun örneklerinden birisi balerin eteğine uyarladığı gül desenidir. Gezi olayları gibi güncel temaları da çini tabaklara uygulamıştır. Ayrıca modacı Başak Cankeş ile yer aldığı ortaklaşa çalışmada geleneksel çini desenli “giyilebilir sanat” kavramının yaratılmasında katkısı olmuştur. Bu şekilde çini desenleri günümüzde de bir moda trendi halini alabilmiştir.
Emel Gemici çini deseni tasarımcısı ve Mimar Sinan Üniversitesi Geleneksel Sanatlar bölümünde akademisyendir.Klasiğe daha yakın bir duruşu olmasına rağmen hiçbir klasik deseni kopya etmez, motifleri ve kompozisyonları her zaman tekrar yorumlayarak gelenekselin özünü koruyarak çini üretir. Ancak güncel beğenilere de hitap etmek için yaptığı azaltılmış yoğunluklu desende, güncel figürlü yada siyah-beyaz modern çalışmalar yapar.
Kaan Baltacı kendi tabiri ile “Seramik sanatçısıyım aslında ama tasarımcıyım özümde.. Bazen kostüm, bazen çini, bazen film, hatta şarkı sözü”. Topkapı Sarayı restorasyon ekibinde ve Muhteşem Yüzyıl dizisi kostüm tasarım ekibinde yer aldı. Birçok kişisel ve karma sergide de yer alan Kaan Baltacı, çalışmalarına Bodrum’daki Atelier Kabal isimli atölyesinden devam etmekte.Topkapı Sarayı, Ayasofya gibi tarihimizin en önemli mimari eserlerinden ilham alan genç sanatçı, o dönemin sanatını, hikayelerini ve ikonlarını günümüze uyarlıyor.
Baltacı eserlerinde ikinci element olarak pleksi, alüminyum, metal gibi farklı malzemeleri kullanarak seramik sanatına 'geleneksel ve çağdaş ' kavramını sentezliyor. Kaan’a göre “En güzel laleler çizildi, en güzel bulutlar boyandı. Bize kalansa o güzelliği bu çağa uyarlamak ve modern dünyaya sunmaktır.” Sanatçı Osmanlı çini sanatının başına dönerek ve seramikte kullanılan iki farklı tekniği birleştirerek ‘mavi-beyaz dönemi’ günümüze uyarlamayı seçmiş. İnterdisipliner çalışmalar olan çinili kaftanlarında bu tarihsel süreci izleyiciyle paylaşıyor.
Bu sergi, geleneklerden ilham alan güncel hikayeler, yeni formlar, yeniden yorumlanmış motifler ile bu sanatı tekrar kurgulayıp anlamlandırarak, yeni kullanım alanları açan yada çağdaş eserler üreterek bu bilgi hazinesini geliştiren ve geleceğe taşıyan sanatçıların eserleri ile ilgilidir.