Özlem Özyurt
Özlem Özyurt (1980, Ankara) TED Ankara Koleji’nin ardından Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümünü bitirmiştir. O yıllardan itibaren farklı dergi ve internet sitelerinde editörlük yapmaya başlamıştır. Milliyet Sanat dergisinde çeviri ve derleme haberleri, Varlık, Kaçak Yayın dergisi ve www.altzine.net internet sitesinde öyküleri yayımlanmıştır. İstanbul’da yaşayan yazar, finans sektöründe çalışmaktadır. Çocuk kitapları ve öyküler yazmaya, çocuklarla yaratıcı atölyelerde bir araya gelmeye devam etmektedir.
Kitapları: Uykucular ve Kakocular Ülkesi (YKY, 2020), Türetici Çocuklar (National Geographic Kids/Beta Kids, 2020), Çevre Dedektifi (Okuryazar Yayınevi, 2019), Mucizeler Kasabası (A7 Kitap, 2019), Parasını Yöneten Çocuklar (National Geographic Kids/Beta Kids, 2018), Ekmek Arası Çikolata (İş Bankası Kültür Yayınları, 2011), Bir Şehir Varmış Bir Şehir Yokmuş (Yitik Ülke Yayınları, 2011).
Cunda Öyküleri, 90’lar Kitabı, 80’lerde Çocuk Olmak, Bozcaada Öyküleri kitaplarından metinleri yer almıştır.
Oyuncak Yetimhanesi - Bir Geçiş Deneyimi Hikayesi
Psikanalist Donald Winnicott’un 1951 yılında ortaya koyduğu “geçiş nesneleri ve geçiş olgusu” kuramından oluşturulan “Bir Geçiş Deneyimi Hikâyesi” deneyim sözcüğü ile kuramın gerçek hayatta nasıl deneyimlendiğinin ortaya konması hedeflenmektedir.
Geçiş deneyiminin temeli çocukluğa dayanır. Bu kapsamda çocuğun sanrılı bir şekilde gerçeklik ilkesine geçişinden bahsetmek kaçınılmazdır.
İhtiyaçlarıyla her şeyi yaratan aslında o değildir. Bir dış dünya vardır, onun gereklilikleri, zorlukları ve zorunlulukları bulunmaktadır. Bunu keşfetmekse hem heyecanlı, hem de acı vericidir.
Gerçeküstücü akımın kurucularından düşünür André Breton’un ortaya koyduğu gibi: “Yaşama ne kadar inanırsak inanalım, sonunda gerçek yaşam kendini ortaya koyar ve inancımız kaybolur. Yaşamdan payına düşen şöyle ya da böyle, sıradan bir ömürdür. Düş kırıklığı içinde insan avuntuyu mutlu çocukluk günlerinde arar. Böylece birçok yaşamı birlikte sürdürme olanağı bulur. Bu hayal içinde tüm güçlükler kısmen ortadan kalkar.”
Bu geçiş bir bakıma annenin kaçınılmaz ve döneme uygun yetersizlikleri sayesinde de olmaktadır. Anne ve memesi dışında bir dış dünya ve kocaman bir gerçeklik vardır. Artık anne de ihtiyaçlara karşı kısmen duyarsızlaşmaya başlamıştır. Tam da bu dönemde kendini ve çevresini sürekli olarak tarayacak, gerçekliği değerlendirmeye çalışarak yüzeysel bir uyum göstermeye çalışacaktır.
Çocuk gerçekliğe dönmeden önce, annesini daha doğrusu annesi üzerindeki tümgüçlü kontrolünü ikame ettiği yeni bir nesne arayacaktır. İşte bu, geçiş nesnesidir. Winnicott’un iç ve dış dünya veya ruhsal ve maddi gerçeklik arasındaki bağ olarak tanımladığı “geçiş mekânı”, çocukların annelerinin yokluğunda kendilerini rahat hissetmeleri için tuttukları farklı cansız nesnelerde ortaya çıkmaktadır. Bunlar çoğunlukla oyun ve fetişizm ile güçlü bağları olan oyuncaklar veya yumuşak materyallerdir. Çocuk bir süre için sürekli olarak bu nesneyi kendi denetimine alacak, yanında taşıyacak ve bu nesne ile ilgili tüm tasarrufu kendi elinde tutmak isteyecektir. Bu konuda çocuklarla erişkinler arasında örtük bir anlaşma söz konusudur. Erişkinler çocuğun geçiş nesnesi üzerindeki kayıtsız egemenliğini tanımaktadırlar.
Winnicott, bu şekilde bir bakıma yaşamın erken dönemlerinde ve çoğu zaman bir oyuncak ya da mutlak nesne olarak keşfedilen 'şey'in, benlik örgütlenmesine olan katkısı üzerinden kendi söylemini oluşturmaktadır.
Çocuğun, özellikle anneye bağımlı olduğu ilksel dönemden, tümgüçlülüğün egemen olduğu sonraki döneme geçebilmesi için “ara alan” olarak konumlandırılan merkezi ortamda sürekli ilişki halinde olması ve sahip olduğu nesneyi önce sarmalayıp sonra da yok etmesi gerekmektedir. Öldürülen ve anlamını yitiren nesne ise kendi gücünün meşruiyetini bir biçimde var olmayı sürdürmesiyle ya da en azından kendini “şey” olarak dayatmasıyla kazanacaktır.
Başka bir taraftan; kaygı yatıştırıcısı, dış dünya ile ilişkileri yönlendirmek için bir araç olarak ve kendi temel işlevselliğinin ötesinde önem taşıyan bir nesne olarak geçiş nesnesi, insanlar tarafından nesnelere yaşamları boyunca atanan rollerin çoğunun habercisi gibidir. Çekici, rahatsız edici, takıntılı, yıkıcı ve aşırıya odaklanan bu deneyimi; bizleri nesnelere atfedilen sosyal, kültürel ve ekonomik önemi yeniden gözden geçirmeye teşvik etmektedir.
Sergideki 7 farklı sanatçının fotoğraf, video, heykel ve yerleştirmeleri bu bağlamda ele alınmış olup, çocukluk dönemindeki söz konusu kopuşa farklı yaklaşım ve yanıtlarla bütüncül bir hikâye kurmaya niyet edilmiştir. Nazan Azeri’nin odalarında unutulmuş, küçük alanlarda sıkışmış bebekleri; izleyicinin çocukluk anıları, bilinçaltı ve aidiyetlik hissini yoklarken; Gérard Quenum’un hırpalanan, unutulan oyuncakları savunucu tavrı ile bir bakıma tamamlanmaktadır.
Server Demirtaş’ın “Küçük Kız” adlı video eserinin stereotipik hareketleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşamasındaki düşünceli hali, Winnicott'un nesnenin daha sonra kendisinin dışında bir durum olarak hatırladığı “ara alan” deneyimi ile örtüşmektedir.
Işıl Tüfekçi Ardıç ve Mish Aminoff, fotoğraf kolajlarıyla bilinçli bir şekilde geçmişteki anılarını çağırırken; hikâye Nazan Azeri’nin dönüşüm geçiren bebekleriyle tamamlanmış ve “YERLEŞ-EME-MEK“ adlı performans fotoğraflarıyla belirsiz bir mekânda gömülmüştür. Geçiş nesneleri, Tuğçe Makarnacı’nın “Avlu-Oyuncak Yetimhanesi” işi ile kendilerine sığınacakları bir yer bulmuşlardır. Bu oyuncak yetimhanesinde artık kimse onlara dokunmayacak; oldukları gibi, yırtık, zarar görmüş ve kirli biçimde varlıklarını sürdürebileceklerdir.