Başak Eylül Çakmak
İstanbul’da 9 Eylül 1997’de doğan Eylül, sanat ve tasarıma olan ilgisini erken yaşlarda keşfetti. Güzel Sanatlar Lisesi’nde resim eğitimi aldıktan sonra, Kadir Has Üniversitesi’nde Tam Burslu olarak Görsel İletişim Tasarımı okudu ve 2019 yılında bölüm üçüncüsü olarak mezun oldu. Lisans eğitimi süresince Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nde tasarım stajyerliği yaptı ve MixerArt Gallery’de sanat dünyasına dair ilk deneyimlerini edindi. 2017 yılında The Hague University of Applied Sciences’ta Communication and Multimedia Design eğitimi alarak tasarım perspektifini uluslararası bir bakış açısıyla genişletti.
Kariyerine Hollanda’da bir kullanıcı deneyimi ve arayüz tasarımı ajansında staj yaparak adım attı. Türkiye’ye döndüğünde bir buçuk yıl boyunca kurumsal bir şirkette Ürün Yöneticisi olarak çalıştı ve ardından üç yıl boyunca yine kurumsal bir şirkette Kullanıcı Deneyimi Proje Yöneticisi olarak görev aldı. Ancak sanata ve küratörlüğe duyduğu tutku, onu bambaşka bir yola yönlendirdi. Akbank Sanat ve Açık Diyalog’un Çağdaş Sanat ve Küratörlük Seminer Programı’na katılarak hayalini kurduğu alana bir adım attı. Seminer süresince hafta sonlarını Elgiz Müzesi’nde gönüllü olarak geçirerek sanat dünyasıyla daha derin bir bağ kurdu.
Sanata duyduğu ilgiyi akademik bir zemine oturtmak ve küratörlük alanında uzmanlaşmak için 2023 yılında Groningen Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ve Küratoryel Çalışmalar üzerine yüksek lisansa başladı. Şu sıralar, tez çalışmasını enstalasyon sanatına odaklanarak yürütüyor.
Pupa
"Pupa" sergisi, insanların bilinçsizce sürdürdüğü davranışlarla yüzleşmeyi hedefliyor ve bu kabuktan, “Pupa” halinden çıkmanın mümkün olduğunu vurguluyor.
Kendimizi gündelik hayatın içinde, önlenemez bir şekilde dikte ettirilen aynı eylemselliği benimsemek gibi “gerçek” ve “hakikat” ilişkiselliğinin antagonizmasında buluruz. Bu tekdüze döngü, insanların zamanı kavrayış biçimini de değiştirir. Zaman, boşa harcanan bir kaynak haline dönüşür ve günler, haftalar, aylar birbirine karışır. İçinde yaşadığımız anların değeri, sıradanlık tarafından gölgelenir ve kaybolur.
Bu sıradanlık içerisinde biz, kabuğumuzdan çıkamayan bireyler haline dönüşürüz. Hayatın bu monoton akışı, konfor alanımızın dışına çıkmaya karşı içsel bir direnç oluşturur. Bilinmezliğin, değişimin ve yeni deneyimlerin getireceği riskler, bizi harekete geçmekten alıkoyar. Çoğu zaman, var olan düzeni sorgulamamız gerektiğini bile bile, güvenli limanımızın sınırları içinde tutunmaya devam ederiz. Cesaretimiz, kabuğumuzun içinde kısılı kalarak eriyip gider, bir arzudan öteye geçemez. Peki, bu böyle mi devam edecektir?
Sergiye isim ilhamını veren pupa, başkalaşım gösteren böceklerde larvanın koruyucu kılıf içindeki hareketsiz evresi anlamına gelir. Beslenemeyen, hareket edemeyen bir yaşam formudur. Böceğin bu devinimsiz pupa hali, insanın içinde bulunduğu sınırlı, durağan ve gelişimsiz konfor alanına ne kadar da benzer.
Pupa, adeta bir geçiş dönemidir. Kozasının içindeki insan, güvenli ve tanıdık sınırlarının içerisine sığınır. Ancak bu sığınma hali, potansiyel bir dönüşümün engelleyicisi haline gelir. İnsanın içindeki potansiyel, sınırları zorlamayı ve kendi özgünlüğünü keşfetmeyi gerektirirken, pupa evresindeki insan bu değişimi sorgulamaktan, cesaret edememekten yana tercih yapar. Önünde iki seçenek durmaktadır: Kozasından tamamen dışarıya çıkarak, değişimin yollarını keşfetmek ya da içindeki ateşi, potansiyeli söndürerek yok olmak.
"Pupa" sergisi, insanların bilinçsizce sürdürdüğü davranışlarla yüzleşmeyi hedefliyor ve bu kabuktan, “Pupa” halinden çıkmanın mümkün olduğunu vurguluyor. Günlük rutinler, alışkanlıklar, gelenekler, durağanlık, konfor alanı, yuva ve korku kavramlarını yakından inceleyerek, onları anlamlandırma sürecini başlatıyor. Gündelik yaşamımızdaki tekrarlar aracılığıyla kendimize ve topluma ait olanın sınırlarını keşfederken, statükoyu sarsan bir estetik deneyim sunuyor ve kendi ziyaretçilerini, pupalarını kırmaya içlerindeki potansiyeli keşfetmeye davet ediyor.