Mimar, araştırmacı ve iletişim uzmanıdır. 2009 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden yüksek onur derecesiyle mezun olduktan sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi Disiplinlerarası Kentsel Tasarım programını tamamlamıştır. 2023 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden İletişim alanındaki doktora derecesini, Londra'daki makerspaceler üzerine yazdığı tezi ile almıştır. 2011-2018 yılları arasında Emre Arolat Architecture ve Bahadır Kul Architects ofislerinde mimar ve iletişim direktörü olarak çalışmış; aynı dönemde, Yeni Yüzyıl Üniversitesi mimarlık lisans bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak bulunmuş, farklı mimarlık stüdyolarında davetli jüri üyelikleri yapmıştır. Halen Somerset House Studios çatısı altında yer alan ve kurucu olduğu Anylab’ de; sanat, mimari ve iletişim arakesitindeki bireysel ve kolektif çalışmalarını sürdürmektedir. Son işlerinden biri Pop-Up Makerlands, açık çağrıda beşyüzeye yakın proje arasından seçilerek 2021 Londra Tasarım Bienali'nde sergilenmiştir. Tasarımcılar, mimarlar ve sanatçılarla söyleşilerin gerçekleştiği Anylabtalks podcastinin yapımcısı ve sunucusudur. 2022 yılından bu yana, New London Architecture ile işbirliği içinde İstanbul Arcitecture Diary’nin editörlüğünü yapmakta, "Sense of Place" isimli haftalık bir bülten yayınlamaktadır.
Uyum sağlama; farklı koşullar ile karşılaşıldığında davranışını ayarlama hali veya değişen durumlara uygun tepkiler verme kapasitesi olarak tanımlanabilir. Uyum sağlayan insanın zihninde olanakların, hayallerin ve zorlukların olduğunu kabul edebiliriz. Bu sebeple kişinin kimliği, nerede bulunduğu, bakış açısı veya düşünce şekli onun neden uyum sağlamak istediğine veya istemediğine dair bir tartışma başlatabilir.
Uyum Sağlama Paradoksu’nun odak noktasında insanın uyumu ve direnci yer almaktadır. Bu ikilem sergiye adını veren durumu tarif ederken, bir yandan da insanların uyum sağlamak için değişmesini, uyum sağlamamak için çevrelerini kendilerine göre değiştirmesini veya bir arayış içinde yeni durumlar yaratmayı tercih edebileceklerini anlatır. “İnsan ve Süpermen” adlı dramında George Bernard Shaw şöyle der; “Makul insan kendini dünyaya uydurur; makul olmayan ise dünyayı kendisine uydurmakta ısrar eder; tam da bu sebepten, bütün ilerleme makul olmayan insana bağlıdır.” O halde, makul olup uyum sağlamak ilerlemeyi önleyen basit bir seçim midir? Bizlerin ilerlemek için yaşantılarımızda uyum sağlamayı kabullenmek ya da direnç göstermeyi seçmekten başka alternatiflerimiz var mıdır?
Sergiye davet edilen sanatçılar bu sorulara cevap olarak kendi “uyumlu hallerini” eserleriyle paylaşırken, bir yandan izleyicinin “uyum” kavramına mesafelenerek bakmasını sağlayacaklar. Sanatçılar eserlerinde “uyum sağlamayı”, “uyum arayışlarını” ve “uyuma karşı koyan” durumları da temsil edecekler. Bu eserler kendi başlarına var olmaları için birbirlerine alan açarken bir yandan da birbirlerine olan etkileriyle seyirci için yeni durumlar ve söylemler oluşturacaklar.
Uyum sağlayan, kendini hayatın akışına bırakmayı tercih eden, uyumlanırken doğa ile hemhal olan işlerden biri Nastja Säde Rönkkö’nün açık ve sınırsız bir doğal çevrede atın üzerine gözlerini bağlayıp binmesi ve bu performansını kaydettiği Take Me Anywhere. Bu uyumlu hali yaşatan diğer bir eser Yaşam Şaşmazer’in Büstler serisinden biri olan İsimsiz (U.T). Bu büst ahşaptan oyulmuş ancak kısmen yosun ve mantar tarafından kaplanmış bir heykel. Eserin hava koşullarına duyarlı, zamanla değişen ve nihayetinde çürümesi muhtemel organik, parçalanabilir malzeme tercihleri uyumu sorgulamak için başlı başına bir bağlam oluşturuyor. Uyumun doğa ile ilişkisini başka bir açıdan anlamak için Alper Aydın’ın İsimsiz yerleştirmesinden iki fotoğraf bulunuyor. Aydın’ın bir performans olarak açık bir alandaki çimlerin üzerine bıraktığı bir halının altındaki yeşilliğin ışığını engelleyerek onları soldurmasını bize gösteriyor. Sanatçı bunu, bir yerin geçici bir duruma bile nasıl uyum sağladığını ancak bu uyumun iyi veya kötü olarak nitelendirilmesinin yine bir bakış açısı olduğunu bize anlatıyor. Güneşsiz kalmaya uyum sağlayan ve değişen çimler, güneş almaya tekrar başladığında ise yine yeşil ve parlak eski hallerine - bir süre sonra da olsa - geri dönüyor. Bu eser sadece uyum sağlamayı sorgulattığı için değil sanat ve doğa arasındaki paralellikleri de yansıttığı için de önemli.
Sergide uyum sağlamak yerine uyumu arayan eserlerde bir grup oluşturuyor. Uyumun sonucunda neler olacak, bir değişim mi, yoksa eskiye dönüş mi? Hatta bu bir tereddüt müdür? Nermin Er’in son derece sabırlı ve titiz bir şekilde kesip biçtiği kağıtlarda akışkan bir zaman algısını Arama Çizgileri isimli eserde görüyoruz. Bu 48 adet kağıt rölyef sanatçının gündelik hayattan anlık kesitler alarak bize çerçeveleyerek aktardığı zamanları temsil ediyor. Tanıdık veya yeni durumlar ile karşılaşan sanatçının tasviri bir uyum sağlama arayışı olarak değerlendirilebilir. Sergi yerleşimi bağlamında bu eserin tek bir yüzey yerine farklı yüzeylere konumlanması da bu bağlamı göstermesi için önemlidir. Aynı şekilde çarpıcı bir eser olan Never Be, sergiye girdiğimiz andan beri hem tekniği hem boyutu hem de yerleşimiyle fark edilen bir eser. Alicia Eggert bu yerleştirmesiyle, izleyicileri sadece dünyanın nasıl olduğu hakkında değil, aynı zamanda nasıl olabileceği hakkında da düşünmeye teşvik ediyor. Vivienne Griffin’in Shrine of Our Times kompozisyonu, hayatlarımızdaki değişimlere bakarken, modern yaşam için ihtiyaç olarak konumlanan durumları fark etmek için var. Bu eser sanatçının “kişinin kendini değiştirme gücü” üzerine bir arayışı tanımlıyor. Tıpkı, Alicia Eggert’in farklı tercihleri temsil eden işi gibi Defne Tesal, Tereddüt isimli yerleştirmesinde içimizdeki arayış halini yansıtıyor. Uyum sağlamanın aslında bir araf olabileceğini söyleyen serginin en güçlü işlerinden biri. Bu yerleştirmenin çevresindeki alanda izleyicilerin dolanması için bir koridor bırakılıyor. Acaba burası uyum sağlamak için bir deneyim alanı olabilir mi diye soruyoruz.
Bu uyumu arayan işlerin içinde de var olan direnç hali uyuma tepki gösteren bir grup işte daha da öne çıkıyor. Uyumsuzluğun arkasında yatan nedenler neler? Değişimlerin, belirsizliklerin ve yeniliklerin olduğu bir dünyada, uyum sağlamak yerine direnç göstermeli ve hatta tepki vermeli miyiz? James Thompson’ın Recording Performance performans kaydının ana vurgusu kent belleğinde yer eden mekanların istenmeyen değişimler karşısındaki kayıp halleri. Sanatçı bu örnek üzerinden “uyum sağlamayı” eleştiren bir tarafta yer alıyor. Kelly Richardson’ın Journey To The After adlı işi yine uyum, direnç ve değişim, bağlamında ele alınacak bir çalışma. 3 adet yanyana asılı ekranın birleştiren sanatçı bununla bir deniz ve gökyüzü yaratıyor. İşte tam burada sallanan göz yaşartıcı gaz kutularını rahatsız edici seslerle ve üzerindeki kelebeklerle görüyoruz. Bu esere bakarken aklımızdan şu sorunun geçmemesi imkansızdır; Uyum sağlayınca her şey bu kadar güzel midir, yoksa tepkinin ve protestonun gücüne daha fazla inanmak mı gerekir? Bu soruya benzer bir soruyu Sinan Logie ’nin Akışkan Yapılar Faz 21 eserine de sormak mümkün. Keskin ve net görünen bir yapısallığın ardında uyumsuz bir pürüzlü hal var. Bu eser ona dokunmak, etrafında dolaşmak için davet ediyor.
Serginin kendi içinde taşıdığı tüm bu gitgellere ithafen; eserler bir araya geldiklerinde belki de sanatçıların öngöremediği bir “uyumla” veya “uyumsuzlukla” izleyicide yeni duygular da uyandıracak. Sergi, hızlı değişimlerle tanımladığımız bir çağda “uyum sağlama” kavramını derinleştirmeyi amaçlıyor. Sergiden çıkıp hayatına devam eden izleyici, belki de uyum sağlamaktan veya sağlamamaktan keyif alıp kendi yolculuğunun farkına varacak.