Ahmet Fazıl Yenice, 2020 ocak ayında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun oldu. İnsana, hayvana, şehre ve doğaya herhangi bir şekilde katkısı bulunmayan oluşumların içerisinde yer almamayı kendine prensip edindi ve bu doğrultuda profesyonel kariyerine 1 senedir ŞANALarc bünyesinde kamusal programlama, etkinlik tasarımı, görsel iletişim ve sunum teknikleri konularına odaklanarak devam etmekte. Kendi uzmanlık alanı haricinde sanat-tasarım ekseninde yer alan pratikler arasından özellikle edebiyat, sinema ve modaya ilgi duymakta ve bu doğrultuda sıklıkla okumaya, izlemeye ve üretmeye ihtimam göstermektedir.
Aynı zamanda zihnin katmanları arasına sızarak yoğunlaşmış ve taşmaya hazır duygu-düşüncelerin kağıt düzlemine yansımasına aracılık eden özdüşünümsel deneyimlerdir. Rastlantısal çakışmalarla tetiklenen izdüşümsel süreçler olup bizi bize bizle anlatmakta yani bizdüşümlerimizi oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda Bizdüşüm sergisi, bir bilinçaltını üstüne getirme eylemi olan kolajı farklı perspektiflerden ele alarak bu yaratıcı edimin enigmatik dünyasını keşfetmeyi amaçlıyor.
Yavaş yavaş geride bırakmaya başladığımız pandemi süreci hepimiz için bir takım farkındalıklara vesile oldu. Bu süreçte hepimiz evlerimize kapanmak zorunda kaldık. Kendimizle baş başa kaldık ve bu sayede kendimize döndük. Bilinçaltımızın derinlerine daldık ve yüzleştik kendimizle. Arayış evin içerisine geçti ev ise içlerimize. Kendimizi ifade etme ihtiyacı daha önce hiç olmadığı kadar baskın bir şekilde tezahür etti. Bu süreç kendilik meselesinin önemini hatırlattı bizlere bir kez daha. Ursula K. Le Guin’in de belirttiği gibi: “Hepimizin hayatlarımızı icat etmeyi, yapmayı, hayal etmeyi öğrenmemiz gerekir. Bize bu becerilerin öğretilmesi gerekir; bunun nasıl yapılacağını gösterecek rehberler gerekir. Bunu yapmazsak, hayatlarımızı başkaları bizim için yaparlar.”1. Gündelik hayatta da kendiliğin keşfi ve deneyimi için çeşitli yöntemlere başvurulmaktadır. Bu potansiyelin açığa çıkarılması için kimisi yazar, kimisi çizer, kimisi çalar, kimisi söyler, kimisi dinler, kimisi ise dans eder. Bu bağlamda zihnimizden elimize kesintisiz bir akışın sonucu olan kolajlar da kendine eğilmeyi tetikleyen oldukça etkili bir meditatif aktivite olarak karşımıza çıkmaktadır. Halihazırda var olan çeşitli buluntu görsel materyallerin birtakım fiziksel müdahaleler aracılığıyla bir kompozisyon içerisinde buluşturulması olarak serüvenine başlayan kolaj tekniği zaman içerisinde değişken tabiatının da etkisiyle kendi dünyasını yaratmayı başarmıştır. Toplama, biriktirme gibi kendi ön süreçlerine sahip hale gelen bu çok katmanlı ritüel ve beraberinde sunduğu deneyim düzlemi pratik ama bir o kadar da etkili tekniğinin sınırlarını aşarak bir duygu-durum ifade aracına dönüşmesini kaçınılmaz kılmıştır.
Kolajlar zihnimizde dağınık bir halde süzülen buluntu kavramları bir araya getirerek onlara berrak bir anlam kazandırırlar ve bu sayede bizlerin kendimizle yüzleşmemize aracılık ederler. Bu yüzleşme zihnimizde inşa ettiğimiz imgelemlerin anlık bir çıktısını almak olarak da düşünülebilir. Buradan elde edilen sonuç kesin ve sabit bir cevaba tekabül etmemekte olup ömrü ancak bir yansıma kadardır ama en az onun kadar da nettir. Aynı zamanda kolajın tekrar tekrar yapıp bozmaya olan elverişliliği, kendiliğin akışkanlığı ve zihnin çalkantılı atmosferini yansıtmaktaki başarısını desteklemektedir. Devingen tabiatımız da göz önünde bulundurulduğunda bu spontane benlik yansımaları ilerleyişin basamakları olarak görülebilir. Bu vesileyle en derin düşlerimiz, kabuslarımız, kaygılarımız, travmalarımız, anılarımız, duygularımız ve de düşüncelerimiz hepsi elimizde birer malzemeye dönüşerek bizlerin hikaye anlatıcıları olma görevini üstlenirler. Görünürde bireysel meselelerden filizlenen bu hikayeler aslında kolaylıkla paydaşı olabileceğimiz bizlere aşina hikayeler olmaktan çok da uzak değillerdir. Kolajın izleyicisiyle kurabildiği güçlü bağ belki de tüm bu empatiyi kolaylıkla yaptırabilmesinden ileri gelmektedir. Bu sayede kolaj herkese dokunan ve herkesin dokunduğu kolektif bir düşünme ve üretim pratiği niteliğini de kazanmaktadır. Bugün dijital mecra ve teknolojilerin de gelişmesiyle birlikte bu teknik yalın ve güçlü kes yapıştır mantığından bir şey kaybetmeden çeşitlenerek ve zenginleşerek belki de daha önce hiç olmadığı kadar etkili bir iletişim modeli olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bunu yaparken de gizemli aurasını korumayı başarıyor, bizleri sorgulatmaya ve üzerinde düşündürtmeye devam ediyor.
Kolajların tek gerçekliğinin bu olduğunu söylersek yanılmış olabiliriz ama böyle bir doğrultudan da rahatlıkla ele alınabilirler. Hatta bir adım ötesine geçip algı sınırlarımızı bir miktar esnettiğimiz takdirde ise dünyayı, doğayı, şehirleri, evleri, bizleri ve hatta hayatlarımızı bile incelikle işlenmiş kolajlar olarak görebilmemiz mümkündür. Tüm bunlardan yola çıkarak sergi izleyiciyi küratör ve sanatçıların kolektif zihninde gerçekleşen paradoksal bir kolaj sekansının ortasına bırakıyor. Kolajın kavramsal meselelerini buluntu olma, evde olma ve yalnız olma gibi bir takım bireysel haller üzerinden açarak kolaj deneyimini gerçek-hayal arasında konumlanan bir sergi kurgusu içinde yaşamaya davet ediyor ve şöyle sesleniyor:
Burası bizim evimiz burası bizim zihnimiz. Burada yalnızız ve de kalabalığız. Burada özgürüz ve de tutsağız. Burada sessiziz ve de gürültülüyüz. Burada baştayız ve de sondayız. Sorulacak çok soru var, cevap ise hiç yok. Biz kimiz? Biz kim miyiz? Biz kimiz. Biz sadece biziz.
“Çünkü yaşam bir yanıt değil, bir sorudur; bunun yanıtını sadece siz bulabilirsiniz.”2
kaynaklar
K., L. G. U. (1976). Very far away from anywhere else. Harcourt, Inc.
Ursula, L. G. (2004). The wave in the mind: talks and essays on the writer, the reader, and the imagination. Shambhala, Boston.