Sanat tarihçisi Ebru Kalender, Türkiye’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi bölümünden 2012 yılında mezun olmuştur. 2022 yılında Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı’ndan yüksek lisans derecesini almıştır. Yüksek lisans ’ta Kalender, “Yeni Medya Sanatının Türkiye’deki Gelişimi: Candaş Şişman Örneği” başlıklı teziyle mezun olmuştur. Uzmanlık alanı Türk Yeni Medya Sanat Tarihi’dir. “Candaş Şişman’ın Yeni Medya Sanatı” (2021) ve “Yeni Medya Sanatının Türkiye’deki Gelişimi” (2023) başlıklı iki makalesi ve “Yeni Medya Sanatı Ebru Kalender ile Söyleşi” başlıklı bir youtube yayını bulunmaktadır. 2024 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Anabilim Dalı’nda doktora eğitimine başlamıştır. Şu anda bağımsız sanat tarihçi olarak çalışmakta ve yeni medya sanatları hakkında araştırmalar yapmaktadır. İlgilendiği alanlar arasında Biyo Sanat, Ses Sanatı, Dijital Heykel, Yeni Medya Tekstil Sanatı gibi konular yer almaktadır. Kalender son zamanlarda yeni medya sanatları üzerine çeşitli sergi projeleri geliştirmektedir.
“Fijital Biçimlenme” projesi, günümüz toplumunun dijital alanlarla iç içe geçmiş varoluş biçimini, fiziksel ile dijital arasındaki akışkan gerçeklikler arasında arayarak bu sentetik dünyanın insan varoluşuna kattığı yeni anlamları ve yarattığı hibrit kimliği keşfetmeyi amaçlayan bir sergidir.
Fijitallik kavramı bugün, dijital deneyimlerin fiziksel deneyimlerle sentezlenerek, gerçekliği çok katmanlı hale getiren genişletilmiş deneyim alanlarını ifade etmektedir. “Fijital” kavramı bu projede çok katmanlı bir anlamda kullanılarak, fiziksel ile dijital alanları birbirine bağlamak anlamında değerlendirilmekte ve bunu da dijital teknolojilerin insan varoluşunu etkileme ve dönüştürme potansiyelinden yola çıkarak, hibrit anlamlar üretmenin gerekliliği savından hareketle öne sürmektedir.
Teknoloji ile biçimlenen geleceğimizde, değişim ve dönüşümün yönü bizleri “dijitalleşme” olgusuna yönlendirmektedir. Ancak gelinen noktada “dijitalleşme” olgusu, varoluşu sanal bir alana sıkışmış bir yapı olarak kurgulamakta ve varoluşun fiziksel doğasını hesaba katmamaktadır. Dijitalliğin teknoloji ile biçimlenen geleceğinin, topluma özgü ilişkiler uzayına yerleştirilmesi ve yayıldığı katmanların gösterilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda fijitallik, gelecekte sadece meta-ortamlara özgü değişmez bir sanallığın olmadığı, dijitalleşmenin insanlar, makineler, bitkiler, hayvanlar ve tüm varlık alanlarına doğru genişlediği, bilim, teknoloji, biyoloji, zooloji, felsefe, sanat gibi tüm kültürel alanları birbirine yaklaştıran genişletilmiş bir gerçeklik alanını ifade edecektir.
Fijitalliğin bu geniş çerçevesi etrafında projem, Donna Haraway’in, başta “Siborg Manifestosu”, “Yoldaş Türler”, “Mütevazı Tanık” gibi figürasyonlarında ortaya koyduğu “birlikte-oluş” ve “çoklu-oluş” teorilerinden yola çıkmaktadır. Haraway’in teorileri genel olarak “aktörleri ve pratikleri birbirine bağlayarak” ve “gelecek şansı olan anlamlar ve bedenler” üretir. Haraway’e göre “Siborglar da yoldaş türler de insani olanla insani olmayanı, organik olanla teknolojik olanı, karbonla silikonu, özgürlükle yapıyı, tarihle miti, zenginle yoksulu, devletle tebaasını, çeşitlilikle soyların tükenişini, modernlikle postmodernliği ve doğa ile kültürü beklenmedik şekillerde bir araya getirir.”
Haraway’in ana akım ontolojik paradigmalardan sıyrılarak, doğa, kültür ve teknoloji arasındaki sınırları bulanıklaştırması, türler, cinsiyetler ve kimlikler arasındaki hiyerarşileri alt üst etmesi, insanın kapasitesinin arttırılmasına, sınırlarının genişlemesine ve evrenle daha geniş ilişkiler ağı inşa etmesine yönelik bir stratejidir. Öyle ki bu strateji, bir taraftan kimlikleri aşındırırken bir taraftan da sentetik kategoriler üreterek ortak yaşam alanlarını genişletmektedir. Haraway’e göre teknolojiler ve bilimsel söylemler, kısmen onları oluşturan akışkan toplumsal etkileşimlerin formalizasyonları, yani dondurulmuş anları olarak anlaşılabilirler, ama bir taraftan da anlamları yürürlüğe koymaya yarayan araçlar olarak görülmeliler. Bu kapsamda “Fijital Biçimlenme” projemiz, Haraway’in “çoklu-oluş” teorilerinden yola çıkarak dijitalleşmeden evrilmiş bir alan olan fijitalleşmenin yarattığı anlam örüntülerini araştırmaya odaklanmıştır. Böylece Fijitalin geniş çerçevesi, varoluş açısından sınırların aşılması imkanına dönüşerek teknobilimsel ve fütüristik bir metodoloji yaratacaktır.
Sergi kapsamında seçilen sanatçılar, bilimsel ve teknolojik paradigmaları estetik duyumlara dönüştürerek izleyicide çoklu alımlamalar yaratmaya odaklanmış yeni medya sanatçılarından oluşmaktadır.
Bu kapsamda Akbank Sanat’ın iki katına yerleştirilmiş olan sergideki ilk eser Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar ortaklığında üretilmiş olan “Kaynaştırılmış Form”dur. Yapay zekâ tarafından oluşturulmuş görsel ve animasyondan oluşan eser, insan, bitki ve hayvan formlarının kaynaştırılması sonucu elde edilmiş olup, özelde insan bedeni, genelde de canlılığı hibrit bir form olarak ele almakta ve Haraway’in söyleminde bulunan, türler, kimlikler ve cinsiyetler arasındaki sınırların bulanıklaştığı ilişkisel bağlamı yansıtmaktadır.
Ebru Kurbak ve Ricardo O’Nascimento’nun “Tüy Masalları II” adlı eseri, elektromanyetik dalgalar ve maddi çevre arasındaki etkileşimin yansıtıldığı interaktif bir yerleştirmedir. Sanatçılar, deve kuşu tüylerinin içine yerleştirdiği sistem ile tüylerin insan hareketlerine duyarlı hale gelmesini sağlamış ve aynı zamanda tüylere uzaktan da bağlanılarak internet ile tüylerin harekete geçirilebilmesini sağlamıştır. Eser bu haliyle fijitalliğin nesne dünyasındaki işlevlerini tartışmaya açarak İnternetin ve sayısal sistemlerin eşyaya uygulanması potansiyellerine alan açmaktadır.
Selçuk Artut “Kanonik” adlı eserinde fijital biçimlenmeyi, insan bedeninin hareketlerini müziğe dönüştürerek elde etmektedir. Lazer, üretken müzik ve elektronik aksamdan oluşan eserde gerçek zamanlı olarak üretilen müzik, algoritmik yapısıyla kurulum boyunca sürekli olarak bir ses manzarası oluşturur. İzleyicinin hareketiyle yeniden üretilen bu müzik, lazer ve ışığın etkisiyle izleyiciye sürükleyici bir ortam deneyimi yaşatır. Bu ortamdan geçen her izleyici sadece kendi bedeninin yaydığı verilerden oluşan müziği dinler.
Ali Miharbi’nin “Hava Tezgâhları” adlı eseri, üzerinde lokal ısıtma özelliği olan infrared ampullerin olduğu, her bir ampulün farklı şiddetlerde ışık ve ısı yayacak şekilde ayarlandığı çerçevelerden oluşan mekâna özgü etkileşimli bir yerleştirmedir. Çerçeveler, karşısına geçen izleyicinin bedenini, lambaların şiddetine göre farklı noktalardan farklı şekillerde ısıtır. Hava tezgâhları bir taraftan duyguların yapay yollarla yönlendirilmesine atıf yaptığı gibi, bir taraftan da günümüz sosyal medya platformlarının ve algoritmaların, insanların seçimleri üzerindeki kontrol mekanizmalarına göndermede bulunarak dijital teknolojilere ütopik ve distopik bir açılım getirir.
Candaş Şişman’ın “CYCL” adlı eseri fijitalliği, insanın doğayla ilişkisi bağlamında ele almaktadır. Bir ekran üzerine asılmış dört dairesel parçanın, ekranın ortasına yerleştirilmiş fan ile birlikte harekete geçmesiyle başlayan eser, kinetik bir enstalasyondur. Eserin kurulumu izleyiciye döngü duygusunu çok duyusal bir açıdan verecek biçimde düzenlenmiştir.
Cem Sonel’in led panel, bilgisayar kodu, pleksiden oluşan “Allah Korusun” adlı eseri hem bir yeni medya heykeli hem de mimari plastik öğe olarak cephe estetiğine yeni bir bağlam yaratan led tabela özelliği gösterir. Önünden her gün geçtiğimiz dükkânlar, mağazalar ve çeşitli ticari yapılar, girişlerinde bulunan ve artık kitch bir hal almış tabelalarıyla görsel bir kirlilik yaratmaktadırlar. Oysa ki mimaride cephe ya da portal öteden beri ikonik yapıların en önemli plastik unsuru olarak değerlendirilmiş ve ona göre temsili formlarla konfigüre edilmiştir. Sonel de “Allah Korusun” adlı eserini, tıpkı bir üçgen alınlık gibi tasarlayarak mimari bir cepheye pencere altı süslemesi biçiminde yerleştirmiştir. Etrafına yeşil ışık yayan ve içinde kodların aktığı bu dijital muska alınlık cephe estetiğine yeni bir yön vermesi adına ünik bir önerme sunmaktadır.
Ahmet Said Kaplan ve DECOL ortak üretimi olan “Süzülen Madde” adlı eser, fijitalliğin, insanın çevreyle olan ilişkisinde yarattığı yeni anlamları keşfetmeye dayanan, gerçek zamanlı ve etkileşimli bir yerleştirmedir. Kumaş fiziği algoritmalarına göre hazırlanmış olan yerleştirme, gerçek zamanlı görüntü işleme teknikleri içermekte ve bu haliyle de seyircinin hareketlerine tepki vererek hareketle etkileşim göstermektedir.
Sanatın günlük hayatı etkileme ve dönüştürme potansiyelini ortaya koymayı amaçlayan sergi kurgumu sunma imkânı verdiği için Akbank Sanat ve Açık Diyalog İstanbul’a ve eserlerini kurguma katmama izin veren tüm sanatçılara teşekkür ederim.