Pelin Okvuran, 2021 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra, aynı üniversitenin Disiplinler Arası Müze Eğitimi Yüksek Lisans Programı’nı “Çağdaş Müzelerde Yapılan Eğitim Etkinliklerinin İncelenmesi” başlıklı teziyle bitirdi. Hollanda ve İtalya’da Erasmus + ve Avrupa Birliği projelerinde aktif rol üstlendi. Birçok müzede ve kültür kurumunda çalıştı. 2017 yılından beri Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde etkinlik koordinatörü olarak çalışmakta, çocuk, genç ve yetişkin etkinliklerinin koordinasyonu görevinin yanı sıra süreli sergilerin düzenlenmesinde görev almaktadır.
Etimolojik olarak satir kelimesi kaynağını, Antik Yunan Mitolojisi’nde yer alan üstü insan altı keçi ya da at olan, zevk ve sefa düşkünü, mizahi Satyr’lerden aldığı ve Latince “Satura/satira” kelimesinden türediği görülmektedir.
Modern terminolojiye ise Fransızca “la satire” kelimesinden geçtiği bilinmekte, günümüzde ise mizahi, eleştirel ve aynı anda ironik kelimelerinin anlamlarının bir harmanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya edebiyatına ve gündelik kullanımına bakıldığında satirin düz yazıda; özellikle siyasi eleştiride ve sanatsal hicivde daha sıklıkla kullanıldığını görebiliyoruz. Sergide yer alan işlerde Antikite’den günümüze taşınan bu kadim kavramın farklı medyumlarda izdüşümleri ile karşılaşacağız.
Modern zamanlarda hayatın her alanında artan ve aranan satir özlemi belki de yaşamın gerçekliğinden ve sert mizacından bir kaçış olma özelliği taşıyor. Satirik Kurgu sergisi; satirik çağrışımları olan çağdaş işlerin ışığında izleyiciye sanatın dönüştürücü ve hiciv gücü hakkında sorular sormayı ve diyalog kurmayı amaçlıyor. Çoğu zaman eleştiren, kültürel normları reddeden ve kendiyle her zaman rekabet eden sanatçıların biraz absürt ve ironik sayılabilecek işleri ile izleyiciyi düşünsel bir provokasyonun içine sokmayı hayal ediyor.
Sergide seçilen işlerin ışığında sanatçıların satiri nasıl bir iletişim aracı olarak kullandıklarını görebiliyoruz. Sanatçı çoğu zaman izleyicisini, apayrı düşünmesiyle etkiler; o her zaman izleyiciden bir adım önde ve çoğu zaman öngörülemezdir. Satir onların işlerinde bazen politik bazen kültürel ve sosyal, bazen de kişisel dışavurumlarda kendini gösterir. Sanatçı, gülünç ve mizahi olanı yansıtmaktan çekinmez, bunu yaparken izleyiciyi ateşlemeyi ve daha fazla irdelemesi için kendi kendine sorular sormasını amaçlayabilir ya da böyle bir amaç gütmez; sadece kendi için ironi arayışında olabilir.
“Sanatçılar artık garip makineler tasarlıyor ve yapıyor, onlarla oynuyorlar. Yerleri kazarak, yapıları paketleyerek, taşları üstüste koyarak, vücutları keserek, şizofrenik güncelerini sergileyerek, göz yanılsamasını, erekte heykeller yaratarak satir dünyası kurmaya çalışıyorlar.” Jean- François Lyotard.
( Türkdoğan, T., Sanat Kültür Politika, 2014, Ankara)
Filozof Lyotard’ın postmodern sanatın yükselişi hakkında söylediği eleştirel durum analizi bizlere geçmişin sanat algısının sahip olduğu tumturaklı, didaktik ve kuralcı tutumun yerini mizahi ve mesaj kaygısı gütmeyen bir sanat algısının aldığını düşündürüyor. Bu çevrimiçi sergide de karşılaşacağımız çalışmalarda sanatçıların ne estetik ne de felsefi kaygılar güttüğünü, aksine kendi ilişkisel satirik diyaloğunu izleyiciyle paylaşmak arzusunda olduklarını göreceğiz.
Sergide 7 sanatçının farklı medyumlarda seçilen 8 üretimin ortak noktası; sanatçıların satirik tutumları. Kimi sanatçı satiri ekolojik sürdürülebilirlik bağlamında işlerken kimisi de bireyin yabancılaşmasını konu ediniyor. Kimi çarpık yapılaşmaya değinirken, kimi varoluş sorgulamalarına gönderme yapıyor. Kimi nesnesel tüketimi irdelerken kimi de cinsiyet ve cinsiyetsizlik üzerine düşünmemizi istiyor.
Ahu Akgün’ün Altta Kalan 2 isimli çalışması; bir kara parçası üzerinde çaput yığını gibi birbirinin üzerine istiflenmiş insanlara odaklanıyor. Hepsinin gözleri izleyicinin üzerinde. İçinde bulundukları iç daraltıcı durumla yüzleştirmek ister gibi izleyiciyi izliyorlar. Yüzlerinden, durumdan çok bağımsız, yabancılaşmış bir tavır okunuyor.
Yapıtlarında özellikle iktidar, medya, güç, toplumsal kalıplar ve popüler kültür eleştirisi yapan ve klasik tuval resmine çağdaş bir yorum getiren Ali Elmacı fantastik öğelerle klişe kalıpları karikatürize ediyor. Kendi deyimiyle “çirkini resmettiği” Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle II işinde de dramatik bir ironi ile karşılaşıyoruz. Kendilerince eğlenceli vakit geçiren iki “aşığı” bir piknik esnasında görüyoruz. Erkek figürün elinde bir av tüfeği, az önce bir tavşanı avlamış olmanın vahşi mutluluğu yüzünden okunuyor. Kadın figür ise bir siper gibi erkek figürün zorbalığını destekliyor. Yanlarında Rönesans’ın en ünlü yapıtlarından Davut heykeli bulunuyor, bu heykelin üzerine günümüzden birçok popüler figürün resimleri asılmış. Rönesans’tan günümüze estetiğin ve güzelliğin sembolü olan Davut heykeli, bu sefer bu kitsch ortamda durumdan çok bağımsız alelade bir nesne gibi sergileniyor.
Ali Miharbi’nin Haber Bantları- IV isimli, bu sergi için yeniden ürettiği video çalışması güncel haber metinlerinden seçilen kelimelerin harflerinin istatistiksel dizilimine göre oluşuyor. Metinler belli bir harf grubuna onu istatistiksel olarak takip etme olasılığı yüksek harflerden birini ekliyor. Fazla politize olmuş bilinçaltımızda anlam veremediğimiz haberler akıp gidiyor.
Berat Işık’ın Hala Hayatta Mısınız? çalışması, Japon kavramsal sanatçı On Kawara’nın arkadaşlarına ve meslektaşlarına gönderdiği 900 telgraftan oluşan “I am Still Alive” (Hâlâ Hayattayım) işinden esinleniyor ve Işık’ın yaşadığı kent olan Diyarbakır’ın içinden geçtiği endişe verici süreçte, içeridekiler ve dışarıdakilerle kurulamayan bağlantıya referans veriyor. Diyarbakır Cezaevi mahkûmları ile ortak olarak çalışılması planlanan “Hâlâ Hayatta mısınız?” başlıklı iş, yaşanan olumsuz süreçler ve OHAL sonrası mahkûmlarla yapılan hobi faaliyetlerinin durdurulması sonrasında, İstanbul’da bir el sanatları eğitmeniyle birlikte üretiliyor. Havada kalan ve kimin kime yönelttiği belli olmayan ve aslında her patlamada ya da doğal afette yakınlarını düşünürken zihinlerden geçirilen bu soru, içerde ve dışarda özgür ve güvende olmama duygusunu, cezaevlerinde ağırlıklı olarak kullanılan ve filografi olarak bilinen teknik ile izleyiciye hatırlatıyor.
Daniele Sigalot’un Let’s Be Honest isimli çalışması kırmızı çiçeklerin üzerine büyük ve kalın harflerle yazılmış “Şimdi Alın”, bir sanat eserini markette satılan ve üzerinde alıcının ilgisini çekmesi için yapıştırılmış bir etiket gibi onu, alelade bir tüketim nesnesine dönüştürüyor. Sanat piyasasında gizlenen tüketim çılgınlığı ile yüzleştiriyor. Sanatçı açık yüreklilikle diğer güncel sanatçıların hissettikleri ama dışavurmadıkları; yapıtının satın alınma kaygısını ekarte ederek koleksiyonere doğrudan talepte bulunuyor.
Fırat Engin’in Milenyum Hayaletleri; çağımızın en büyük dertlerinden çarpık yapılaşmaya bir çığlık niteliği taşıyor. Çoğu “modern” insanın sentetik hayallerinden biri olan gökdelenlerde lüks bir yaşam olgusunu bu paslanmış metal uzantılarla veriyor. Engin; metal blokların üzerine iskambil kâğıtlarının simgelerini de işliyor. Şehrin her yerinde uzanan bu hayaletler hayatımızla bir kumar mı oynuyor?
Can Akgümüş’ün Islak Rüya ‘sı, 9 fotoğraftan oluşan bir seri. Bu işi, erkek egemen sanat tarihi yazınını ve şeytanın kadın formuna bürünerek var olduğu kanısını ters köşeye yatırmak niyetiyle ürettiğini söyleyen sanatçının sergi için seçilen iki çalışmasında da, her zaman resmin merkezi ve vazgeçilmezi haline gelen insan anatomisinin minimalize edilerek sunulduğu görülüyor. Karanlık bir espasta minicik bir nokta gibi görünen bu erkek silueti rüya ve gerçek arasında bir kurgu niteliği taşıyor.
Satirik Kurgu başlıklı bu kurmaca çalışma, mizahi ve eleştirel olma dengesini görsel sanatlar üzerinden ele alıyor. Sergide yer alan işler ve sanatçıların bu işleri üretmesine sebep olan konular bu satirik serginin odağında kalıyor.