15.03.2025
Yazı: Burcu Teker - İllüstrasyon: Naz Tansel
Kameranın arkasını, mücadelenin en ön safına dönüştürmek: Sahra Mani
Kadın olmanın başlı başına bir meydan okuma olduğu coğrafyadan çıkıp tüm birikimini Afgan kadınlarının seslerini duyurmak ve yaşamlarını sürdürdükleri zorlu koşulların herkesçe kavranmasını sağlamak için kullanmaya kararlı Sahra Mani, dünyayı suskunluğuna son vermeye çağıran Kabilli bir aktivist ve film yapımcısı. 17-27 Mart’ta 21. kez düzenlenecek Akbank Kısa Film Festivali’nin “Dünyadan Kısalar” bölümünün jüri üyelerinden Mani’nin yaşam yolculuğuna ve Afganistan’da kadın hakları, eşitlik, adalet için verilen mücadeleyi kayıt altına alarak sürdürdüğü muazzam direnişinin ayrıntılarına yakından bakalım.
İran'da Afgan bir mülteci olarak büyüyen Sahra Mani için her şey küçük yaşta annesinin verdiği bir fotoğraf makinesiyle başlıyor. Tesirinde kaldığı anları, kişileri sonsuzlaştırırken dünya edebiyatıyla haşır neşir bir yandan da. Okudukça serpiliyor, dönüştükçe kendini buluyor. Belgeseller ile tanışmasına vesile olan babasıyla izlediklerini anımsadığı Robert J. Flaherty imzalı Nanook of North, üzerinde en iz bırakanlardan. Gazeteci olarak çalıştığı günlerin sonunda yolu, 22 yaşında Londra’ya çıkıyor ve bu tebdil-i mekan, önceleri film yapmak gibi bir hayali olmasa da söyleyecek sözleri bulunan bu incelikli ruh için bugün olduğu kişiye çıkan kapının kilidini açıyor. Metropolitan Üniversitesi'nde üstün başarı puanı ve birincilikle Sinema lisansını, ardından University of the Arts'da (UAL) Belgesel Yapımcılığı yüksek lisansını tamamlıyor; fotoğrafçılık, edebiyat, gazetecilik gibi alanlardaki altyapısının rüzgârıyla yönünü tümüyle belgesel yapımcılığına çeviriyor. Afghanistan Doc House'u kuruyor ve Londra merkezli Anahat Vision and Films yapım şirketinde kurucu ortak olarak görev alıyor. “Bu ülkede her kadının yüzlerce ‘sahibi’ var. Babalar, erkek kardeşler, amcalar, komşular… Hepsi de bizim adımıza konuşup karar verme hakkına sahip olduğuna inanıyor. Bu yüzden hikâyelerimiz duyulmuyor, bizimle birlikte gömülüyor.” sözleriyle ifade ediyor bu alanda yoğunlaştırdığı çalışmalarının ardında yatan motivasyonu.
“Feminist olmak, temel hakları uğruna savaş veren kadınlar için tek seçenek.”
Çektiği kısa filmlerin ardından kayda aldığı ilk uzun metraj, televizyonda hikâyesine şahit olup etkisinden çıkamadığı Khatera’nın öyküsü. Babası tarafından istismar edilen bir kadının yaşadıkları ve adaletin yerini bulması için verdiği mücadeleyi takip eden 2018 yapımı A Thousand Girls Like Me, müslüman toplumda ensestin yaşandığına inanmak istemeyen Afgan halkı tarafından oldukça hassas karşılanıyor. Türlü tehdit alıyor yönetmen, çekimlerin durdurulması isteniyor. Sundance Film Festivali ve başka kurumların müdahalesine kadar ne manevi ne finansal destek bulabiliyor kendine. Fakat ensestin her toplumda yaşandığının; yalnızca demokratik olanlarda hakkında konuşulup cezai işlem uygulanabilirken muhafazakar toplumlarda tabu olarak görülüp kadına vurulan “zinacı”, “yalancı” gibi etiketlerle üstünün kapatıldığının altını çizen sinemacı; Khatera’nın sesi olma konusundaki kararlığından bir adım dahi geri atmıyor. Nitekim filmin yayınlanmasını takiben uğradıkları cinsel şiddet hakkında konuşanların sayısında artış gözlemleniyor. “Bir filmin toplum üzerinde bu kadar etkili olabilmesi harika bir şey.” diyor Mani ve ekliyor: “Belgesel film yapımını çok ciddi bir iş olarak görmeliyiz.”
Sinemacının “hepimizden daha kıymetli” şeklinde değerlendirdiği ikinci uzun metrajı ise Kabil’e giren Taliban yönetimi altında tüm hakları ellerinden alınan Afgan kadınlarının benzersiz direncine ve dayanışmasına övgü niteliği taşıyan Bread & Roses. Prodüktörleri arasında Nobel Barış Ödüllü insan hakları savunucusu ve eğitim aktivisti Malala Yousafzai’nin de bulunduğu yapım, seslerini duyurabilmesi umuduyla hikâyelerini Mani’ye emanet eden kadınların kararlılığının tüm dünyaya beyanı. Hareketi arşivlemek isteyip destek bulamadığında elinden tutan; yürütücü yapımcı sıfatı ile Jennifer Lawrence oluyor. Adını, eşitlik ve saygı arayışındaki kadınların Kabil sokaklarında attığı slogandan alan dokümanter; sorumluluk alarak elini taşın altına koyması, bu gerçekliğe göz yummaması gerekliliğine davet ediyor tüm dünyayı. Bu kıymetli tarihi belge aynı zamanda küresel bir eylem çağrısı.
Aktivizm ile iç içe geçirdiği sinemasını bir direniş meydanına çeviren yapımcı için -şimdiye dek kucakladıkları bir yana- asıl ödül, bir kadının filmleri sayesinde sesini yükseltmeye cesaret bulması. Zira korku, sessizlikle besleniyor. Görülmeyeni gösterme, bastırılanı haykırma kararlılığıyla Sahra Mani; Kabil düşene dek gelen tehdit mektuplarına rağmen varlığını sürdürmüş, işgalin ardından Taliban muhafızlarınca tüm enstrümanların parçalanıp binanın askeri bir üsse dönüştürüldüğü Afganistan’ın tek müzik okulu Ulusal Müzik Enstitüsü'ne (ANIM) adadığı projesinin post-prodüksiyon çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da annesinin hayatı ve çocukluğuna eğildiği Dream of Great Gardens adında yeni bir animasyon-belgeselini geliştiriyor.