30.04.2018
Yazı: Cem Kayıran
İllüstrasyon: Saydan Akşit
Yalnızca caz sahnesi için değil; müzik tarihi için önemli bir ikon olan gitarist Wes Montgomery’nin kariyerinin zirvesinde olduğu yıllardaki ölümünün üzerinden geçen 50. yılın içerisindeyiz. Pat Metheny’den George Benson’a, Jimi Hendrix’ten Stevie Wonder’a onlarca müzisyene ilham kaynağı olan Wes Montgomery’nin ardında bıraktığı büyük mirasın kapılarını, kariyerinden satırbaşlarıyla aralıyoruz.
-Müzisyen bir ailenin üçüncü oğlu olarak 1923 yılında Indianapolis’te dünyaya gelen Wes Montgomery, ağabeylerinin aksine müzikle uğraşmaya nispeten geç bir yaşta başlamıştı. Gençlik yıllarında Montgomery Brothers ismiyle albümler yayımlayan ve konserler veren ağabeylerinin arasına katılması 20 yaşındayken gerçekleşmişti. O dönem müziği okuyamasa da karmaşık melodiler ve gitar cümlelerini rahatlıkla çalabiliyor oluşu, büyük ihtimalle kendi kendine öğrendiği enstrümanında özellikle idolü Charlie Christian’ın partisyonlarını birebir çalarak ustalaşması ile açıklanabilir.
-Özellikle kendi kendine geliştirdiği baş parmak tekniğiyle karakteristik bir gitar çalışına sahip olan Montgomery, Lional Hampton’ın dikkatini çekmiş ve iki yıl boyunca Hampton’ın orkestrasında yer almıştı. İki yılın ardından Indianapolis’e geri dönen ve kendini gündüzleri bir fabrikada çalışıp geceleri de bir kulüpte sahne aldığı bir düzenin içinde bulan Montgomery’nin hayatını değiştiren de bir başka efsane olmuştu. Çaldığı bir kulüpte kendisini dinleyen Cannonball Adderley, Montgomery’nin ünlü plak şirketi Riverside’la anlaşma imzalamasına vesile olmuştu.
-Riverside aracılığıyla altı yılda ondan fazla albüm yayımlayan Montgomery, ağabeyleriyle birlikte kaydettiği albümlerin yanı sıra birçok farklı deneme yaparak da müziğine farklı sesler ve yaklaşımlar katmıştı. 1960 yılında yayımlanan Poll-Winners albümünde Cannonball Adderley’le çalışan Montgomery’nin Milt Jackson’la ortak albüm Bags Meet Wes! ve Jimmy Jones’un aranjmanını üstlendiği yaylılar eşliğinde kaydedilen Fusion! albümleri, katalogdaki diğer yayınlardan ayrılıyordu. Fakat Wes Montgomery’nin Riverside yıllarına damgasını vuran ve müzisyeni caz sahnesinde önemli bir üne kavuşturan albümse dördüncü stüdyo albümü The Incredible Jazz Guitar of Wes Montgomery olmuştu.
-1964 yılında Riverside’ın kapanmasıyla birlikte Wes Montgomery’nin kariyerinde de yeni bir perde kendiliğinden açıldı. Efsanevi gitaristin bir sonraki durağı, Norman Granz’ın kurucusu olduğu efsanevi plak şirketi Verve Records olmuştu. Bu değişimin etkileri Montgomery’nin diskografisinde de kendini rahatlıkla gösteriyor. Verve döneminde ağırlıklı olarak farklı orkestral düzenlemelerin ön plana çıktığı görülüyor.
-Bumpin’ ve Tequila gibi albümlerinde yaylı çalgılar, Movin’ Wes’te de nefesli çalgılar ön plana çıkarken; Grammy ödüllü Goin’ Out of My Head albümü çok daha kapsamlı orkestrasyonlarla hazırlanmıştı. Bu dönemdeki albümleriyle cazı geniş kitleler için daha erişilebilir bir formda sunan Montgomery, enstrümanıyla kurduğu karakteristik ilişkiyi farklı tür ve yaklaşımlarla bir araya getirmişti.
-Verve yıllarında yayımladığı çeşitli albümlerin prodüksiyonunu üstlenen Creed Taylor’la A&M Recordings için bir anlaşma imzalayan Wes Montgomery, kariyerinin üçüncü plak şirketiyle birlikte de yepyeni bir yaklaşım benimsemişti. Ağırlıklı olarak pop melodilerine yönelen Montgomery, müzik kariyerinin belki de zirvesi olarak adlandırılabilecek üç albümü A&M etiketiyle yayımlamıştı.
-1967-1968 yıllarında peş peşe piyasaya sürülen A Day in the Life, Down Here on the Ground ve Road Song albümlerinde Montgomery’nin işbirlikçisi Amerikalı tromboncu ve aranjör Don Sebesky olmuştu. Sebesky’nin düzenlemeleri yaptığı ve orkestrayı yönettiği üç albümüyle çok daha geniş kitlelere hitap eden Montgomery, caz dinleyicilerinden tepki çekmesine rağmen döneminin ikonik figürlerinden biri hâline gelmişti.
-Montgomery, kariyerinin zirvesinde olduğu, şarkılarının radyoların primetime’larında yayımlandığı dönemde bir yaz günü Indianapolis’teki evinde kalp krizi geçirerek, henüz 45 yaşında, hayatını kaybetti. Özellikle bir müzisyenin enstrümanıyla ilişki kurma biçiminin müziğe nasıl karakterini verebileceğini ve kendini değiştirmeye, yenilemeye cesaret etmenin ne gibi getirileri olduğunu gözler önüne seren bir yolculuğu ve, hâliyle, sonraki jenerasyonları fazlasıyla besleyecek bir mirası ardında bıraktı.