29.07.2019
Yazı: Leyla Aksu
İllüstrasyon: Saydan Akşit
Efsanevi caz müzisyeni Charles Lloyd, 60 yılı aşan kariyeri süresince janrın sınırlarını genişleten atağın öncülerinden biri oldu. Doğaçlama yeteneği, yeniliğe olan eğilimi ve saf, etkileyici tonu ile tanınan bu usta besteci, aranjör ve tenor saksafoncunun eserleri ise, geleneksel caz standartlarından avangart ve özgür caz deneylerine, farklı küresel kültürel ilhamlardan popüler müziğe olan geçişlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Kendini cazın dönüşümsel gücüne adayan Lloyd, dinamik ve hayat dolu performansıyla da Ekim ayında basçı Reuben Rogers ve baterist Eric Harland’dan oluşan Sky üçlüsü ve Gerald Clayton ile Marvin Sewell’ı da yanına alarak Cemal Reşit Rey’in yolunu tutuyor. Aşağıda Lloyd’un daimi müzik arayışına ve bu yolculuğundan satır başlarına göz atıyoruz.
1938 yılında Memphis, Tennessee’de dünyaya gelen Charles Lloyd, müzik sahnesinin tadını çok erken yaşta aldı. Saksafonunu ilk kez eline almadan bile önce, ırk ayrımının yoğun yaşandığı bu şehirde annesinin müzisyenlere kalacak yer sağlayan evi, Duke Ellington ve Count Basie gibi isimleri ağırlamıştı. “Dokuz yaşında saksafonum olduğunda, bir sesim olmuştu. Onunla şarkı söylemek istiyordum” sözleriyle enstrümanını anlatan Lloyd, Irvin Reason, Willie Mitchell ve efsanevi piyanist Phineas Newborn Jr. ile eğitimine başladı ve caza karşı gittikçe büyüyen ilgisini bir yandan da dönemin radyo yayınlarıyla besledi. Gençlik yıllarında ise lise arkadaşları Booker Little ve George Coleman ile çalarak ve Johnny Ace, Bobby “Blue” Bland, Howlin’ Wolf ve B.B. King gibi isimlerin yanında yer alarak yerel müzik sahnesinin kalbine daldı.
Charles Lloyd bunun ardından, 1950’li yılların ortasında University of Southern California’da klasik müzik okumak üzere Los Angeles’ın yolunu tuttu. Bu dönemde batı yakasının caz sahnesinde kendi yerini belirleyen müzisyen, Gerald Wilson’ın caz orkestrasına katıldı ve Don Cherry, Ornette Coleman, Eric Dolphy ve Billy Higgins gibi müzisyenlerle beraber kulüplerde çalmaya başladı. Lloyd 1960 yılında baterist Chico Hamilton’ın grubuna katıldı ve yalnızca bir saksafon virtüözü olarak değil, beste ve aranjmanlarıyla da ün kazanmaya başladı. Bunun yalnızca birkaç yıl sonrasında da Cannonball Adderley’nin sextet’inde yerini aldı.
Bu dönemde New York caz sahnesini de sık sık ziyaret eden Lloyd, bu sefer kendi parçalarını paylaşmak üzere Columbia Records’dan bir teklif aldı ve Discovery! (1964) adlı albümüyle yola atıldı. Kendi dörtlüsünü kurup piyanoda genç bir Keith Jarrett, basta Cecil McBee ve bateride Jack DeJohnette’i bir araya toplayarak dönemin en heyecan verici ve cüretkâr gruplarından birine imza atmış oldu. 1966 yılında yayınlanan janr harmanı Forest Flowers: Live at Monterey, yalnızca caz camiasının değil, tüm müzik dünyasının dikkatini çekti ve bir milyon satan ilk caz albümü olarak tarihe geçti. Albümün caz içerisinde yankılanan etkisinin yanı sıra, Forest Flowers aynı zamanda Lloyd’a yepyeni bir dinleyici kitlesi ve Beach Boys, the Doors ve the Grateful Dead gibi iş birlikçiler kazandırdı. Kendisi ertesi yıl da DownBeat dergisi tarafından Yılın Caz Sanatçısı seçildi.
Fakat Lloyd başarılarının zirvesinde olmaların rağmen, bir dizi yayının ardından 1969 yılında grubunu dağıttı ve Big Sur, California’ya taşınarak uzun ve beklenmedik bir inzivaya çekildi: “Gençliğimde dünyayı müzikle değiştirmek istiyordum. Sonra bunu yapmadığımı fark edince kendi üzerimde biraz çalışmanın iyi olacağına karar verdim ve bu da ömür boyu süren bir uğraş.” Yalnızca ara sıra yaptığı iş birlikleriyle kayıtlarda boy gösteren Lloyd, Fransız piyanist Michel Petrucciani ile tanışana kadar ilgi odağından tamamen uzak durdu. 1980’li yılların başında genç müzisyenle stüdyoya girip turneye çıkmasının ardından yeniden California’daki hayatına dönen Lloyd, bir on yıla daha kalmadan efsanevi plak şirketi ECM ile müziğe geri dönecek, Bobo Stenson ile de yeni bir dörtlü kuracaktı.
Stenson’ın yanı sıra kadrosunda Palle Danielsson ile Jon Christensen’ı barındıran bu grubun ilk yayını Fish Out of Water (1990) oldu ve Lloyd’un müziğinde üretkenlik, yenilik ve artan bir sadeliğin hüküm sürdüğü, 25 yıl süresince de onlarca albüme imza atacağı bir dönemin başlangıcına işaret etti. Manfred Eicher’ın “müziğin olması gerekenin arıtılmış özü” olarak tanımladığı bu yıllar, beraberinde piyanist Brad Mehldau, gitarist John Abercrombie, baterist Billy Higgins ve Yunan vokalist Maria Farantouri ile yeni iş birlikleri de getirdi. Lloyd 2006 yılında tabla ustası Zakir Hussain ve baterist Eric Harland ile hâlâ devam etmekte olan Sangram üçlüsünü ve bir yıl sonra da piyanoda Jason Moran, basta Reuben Rogers ve vurmalılarda yine Harland’ı bulunduran “new quartet” dörtlüsünü kurarak ilk canlı yayınları Rubo de Nube’yi 2008 yılında paylaştı.
Farklı geleneklerden, enstrümanlardan ve iş birliklerinden ilham toplamak üzere tüm projeleri için dünyayı tarayan Lloyd, 2015 yılında ECM’den ayrılarak bir başka tarihî plak şirketi olan Blue Note ile anlaştı. Blue Note için çıkışı ise Jazztopod Festivali’nin teşvikiyle başlayan Wild Man Dance adıyla geldi. Bundan sonra ise Harland ve Rogers’ın beraberinde Bill Frissel ve Greg Leisz ile günümüze kadar gelen ve özgün tatta Americana esintili caza sıra dışı bir doku olarak pedal steel gitarı katan yıldız kadrolu The Marvels’ı oluşturdu. Grup, ilk uzunçaları I Long to See You’nun (2016) ardından 2018 yılında Vanishing Gardens adlı albüm için Lucinda Williams ile buluştu. The Marvels ile olan deneyimlerini Memphis’teki günlerine benzeten Lloyd bu albümünü, “Bunun geçmişte bir örneği olduğunu düşünmüyorum...” sözleriyle nitelendirdi.
Şimdi, 81. yılını geride bırakırken de Charles Lloyd, müziğe hâlâ ilk günkü kadar kapılmış olduğunu belirtiyor. Caz müziğini ise şöyle tanımlıyor: “Özgürlük ve merakın müziği. Yükseltiyor, ilham veriyor, kalbe dokunuyor ve iyileştiriyor. Caz dönüşümsel bir müzik… Hayatım boyunca ‘ses’ arayışıyla sarhoş oldum ve benden önce gelen ve teşvik edenlerin omuzlarında duracak kadar da kutsandım.”