06.03.2019
Röportaj: Sasha Demir
Illustrasyon: Saydan Akşit
15. Akbank Kısa Film Festivali’nin bu yılki Ulusal Yarışma bölümü jürisinde yer alan ve festival kapsamında bir de “Senaryo Yazarken” adlı söyleşi gerçekleştirecek olan oyuncu, yazar ve yönetmen Ercan Kesal ile hekimlikten sinemaya geçişini, yazdığı kitapları, gerçekleştirdiği projeleri ve sinema yolculuğu üzerine sohbet ettik.
Sizi farklı disiplinlerden gelen renkli kariyerinizle tanıyoruz. Tıp fakültesi sonrası uzun yıllar hekimlik yaptınız, daha sonra sinemada yönetmenlik hayaliyle yola çıktınız, ardından oyunculuk, yazarlık, senaristlik, yönetmenlik ve hatta belediye başkanı adaylığı… Sanki birkaç insan tek bir bedende yaşıyor gibi. Bu kadar farklı alanı nasıl bir uyum içinde yaşıyorsunuz, işiniz/işleriniz hayatınıza nasıl yansıyor?
Birbirinin önünü kesen değil, birbirini besleyen işler. Kitaplarımı okurken bir yandan yeni senaryom için notlar alıyorum. Set ise tam bir atölyedir benim için. Oynayacağım bir filme hazırlanırken oyuncu yönetiminin de üzerinden geçiyorum. Yazarken de bir yandan çekiyorum aslında. Tüm yapıp ettiğim işler eninde sonunda okuduğum, deneyimlediğim, gözlediğim şeylerin yeniden icadından başka bir şey değil. Yaşamak da bu değil mi zaten.
Hedefinizde oyunculuk olmadığı halde ilk filminiz, çok sayıda oyuncunun birlikte çalışmak istediği yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak filmi oldu. Daha sonraki filmlerinde Ceylan’ın senaryo aşamasında da bulundunuz. Metin Erksan’la sohbetleriniz üzerine bir kitap yazdınız. Oyunculuk ve yazarlık alanında karşılaştığınız başka hangi isimler oldu sizi etkileyen ve sinema anlayışınıza nasıl bir katkısı oldu?
Hiç bir tesadüf tek başına ve sadece tesadüf denilemeyecek kadar anlamsız değildir. Her şeyin bir sebebi ve vakti vardır. Sinema, hayatım boyunca tutkuyla içinde yer almaya çalıştığım bir alemdi. Eninde sonunda başıma gelecekti bunlar. Kesin olan şu ki, edebiyat çok belirleyici oldu seçimlerimde. Refik Halit, Kemal Tahir, Sait Faik, Vüsa’t O. Bener, Çehov, Cemil Meriç, Turgut Uyar... Onların ahvadı olmak istedim. Kuşkusuz talihli bir insanım. İyi yönetmenlerle, iyi yazarlarla, iyi oyuncularla karşılaştım. Dinledim, konuştum, tartıştım ve öğrendim. Nuri Bilge senarist ve oyuncu kimliğimin açığa çıkmasında önemli köşe taşlarından biri oldu. Erksan ise benim kütüphanemdi. Bilimsel bilginin ne demek olduğunu ondan öğrendim. Tayfun Pirselimoğlu edebiyat ve sinemasını hayranlıkla izlediğim bir dostumdur. Söylediklerini çok önemserim. Yazma sürecimde en yakınımdaki isim ise editörüm Tanıl Bora’dır.
Bildiğimiz kadarıyla 10. kitabınızı yazmaya başladınız. Hikayelerinizi, şiirlerinizi, sohbetlerinizi kaleme aldığınız kitaplarınızı filmlere dönüştürmek gibi bir istek duyuyor musunuz? Çok okumak dışında yazarlığınızı besleyen kanallar neler?
Hikayelerim senaryolarımın temel kaynağıdır zaten. Birebir senaryolaştırmasam da her seferinde dönüp baktığım metinler aynı dünyanın parçaları. Peri Gazozu’nda örneğin yüze yakın sinopsis vardır. Ama sinema çoğu zaman hikayenin kendisi değil de onun içinde bir yerde gizli durur ve sizin onu fark etmenizi bekler. Çok okumak, gözlemlemek, dinlemek; daha doğrusu çok yaşamaktır aslolan. Farkındalığınızı kaybetmeden, duyarlı, hassas ve samimiyetle yaşamak. Başka türlü beslenemezsiniz.
Fındıktan Sonra adlı belgesel filminizle sizi ilk kez yönetmen koltuğunda gördük. Uzun yıllardır aklınızda olan yönetmenliğiniz sizce reelde nasıldı? Kafanızdaki yönetmen anlayışıyla bu filmin yönetmeni arasında bir fark var mı?
Belgeseli çekmeye karar verdiğim günlerde ilk uzun metrajlı filmim olan Nasipse Adayız’ın çekimlerine hazırlanıyordum. Kamerayla, sesle, mekanlarla fazlasıyla hemhal olmuştum zaten. Bu yüzden bazen ikisini içiçe çektiğimi düşünüyorum. Birbiriyle karışmış gibiler. Ama zaten tüm yönetmenlerin hayatları boyunca tek ve büyük bir filmi çektiklerini ya da onu tamamlamaya çalıştıklarını zannediyorum.
15. Akbank Kısa Film Festivali’nin bu yıl ulusal bölümünde jürisiniz. Bir filmi seçerken elbette ki pek çok kriter devreye giriyordur ancak daha önceki deneyimlerinizden yola çıkarak bir filmi okurken nelere dikkat edersiniz? Genel izleyici olarak neler ilginizi çeker? Daha önce görmediğiniz, duymadığınız yeni bir şey söyleyen filmlerle karşılaşıyor musunuz bu aralar?
Yeni şeyler söylemesi önemli. Eski film olmamalı. Tekrara düşmemeli. Klişelerden uzak durmalı. Yaratıcı, şaşırtıcı ve zeki olmalı. Bir yandan da dürüst ve samimi. Seyirciyi avlamaya çalışmayan, onunla pazarlık yapmayan, onun beğenisine esir düşmemiş bir film olmalı, cesur olmalı. Romen, Macar ve Rus sinemasından şaşırtıcı filmlerle karşılaşıyorum.
Bu yıl aynı zamanda Akbank Kısa Film Festivali’nde “Senaryo Yazarken” adlı söyleşiniz de olacak. Bize genel hatlarıyla neler anlatacaksınız? Sizi bir filmi yazmaya sürükleyen hissiniz nedir, senaryo yazarken nelerin peşinden gidersiniz?
Hikayenin değil de fikrin peşinden giderim. O hep cebimde duran, hiç unutmadığım ve bana hep kılavuzluk edecek olan şeydir: Fikir. Ondan asla vazgeçmem. İşin geri kalanı tekniktir çoğunlukla. Kahramanlarınızı derinleştirir, konuşturur, hikayenizi de anlatırsınız. Ama geride kalacak olan tek şey sizin derdinizdir. Seyirciyi sürükleyecek olan ve film bittiğinde içinde duran şey de odur. Sinema o küçücük ve çok etkileyici fikirdir. İyi, şaşırtıcı ve sarsıcı bir fikriniz yoksa ne yazsanız boş!
Son olarak, kısa hikayeler yazan biri olarak kısa film alanına nasıl bakıyorsunuz? Çeşitli saptamalar olmasına rağmen hala daha ortak bir tanımı ya belirleyici sınırları olmayan kısa film sizce nedir ve nasıl olmalıdır?
Kısa filmler, yönetmenin kumaşını hissettiğiniz ve ona dair kehanetlerde bulunmanıza vesile olan yolculuklardır. Kısa ama çok güçlü bir yolculuktur. Bir hikayeyi eninde sonunda anlatabilme becerisidir. Başkalarından ayrılan özelliğidir. Farkındalığıdır. Oyuncu yönetimidir. Kamerasının açısı, resim yapma becerisi, dünyayı algılayışı... Hepsi kısa filmde tezahür eder. Faş olur. Bu yüzden çok kıymetli bir ayraçtır. Turnusol kağıdıdır.