10.09.2018
Yazı: Leyla Aksu
İllüstrasyon: Saydan Akşit
Alman Chet Baker olarak tanınan caz trompetçisi ve flugelhorn sanatçısı, şarkıcı, besteci ve fotoğrafçı Till Brönner, yaklaşık yirmi yıl kadar bir süredir bebop’a kendi özgün ve çağdaş havasını katıyor. Bop’tan başlayarak yumuşak baladlara, çoklu janr dokunuşları ve gittikçe de artan minimalizm ve zarifliğe varan, süregelen müzikal bir gidişatı kucaklayan Brönner, 1990’ların başında gelen çıkış albümünden bu yana da kendi ülkesi tarihinde en çok satan yerli caz sanatçısı oldu. Bu sefer de 28. Akbank Caz Festivali vesilesiyle bir kere daha İstanbul sahnesine ayak basmadan önce, biz de bu üretken sanatçının caz yolculuğu içerisinden kariyerinin satır başlarına kısaca bakıyoruz.
-İçerisine neredeyse yirmi kadar stüdyo albümü, iki tane Grammy adaylığı, Dave Brubeck, Tony Bennett, Monty Alexander, Melody Gardot, Annie Lennox ve Type O Negative kadar birbirinden değişik ve hikaye edilmiş işbirlikçileri, bir de Carl Maria von Weber Müzik Yüksekokulu’nda eğitmen pozisyonunu sığdırdığı bir kariyere imza attı Till Brönner. “Bu yalnızca adanmışlık değil, bir takıntı... Yaratmaya devam edebilmenin, hazır olmadığın bir şeye tepki vermenin açlığı ve saplantısı. Caz aslında budur” diyerek de müziğindeki özgürlüğü sahiplenmiş isim.
-1971 yılında, Almanya’nın Viesen bölgesinde doğup Roma’da büyüyen Brönner, daha dokuz yaşındayken trompet çalmaya başladı. Bu erken dönemde klasik bir eğitim aldıktan sonra da on üç yaşındayken, Charlie Parker efsanesi ve akabinde Chet Baker, Dizzy Gillespie ve Louis Armstrong gibi isimler aracılığıyla da cazla buluştu. Brönner bebop ile olan bu ilk karşılaşmasını her şeyin başlangıcı olarak, dinlerken hissettiklerini ise neredeyse uygunsuz bir deneyim olarak betimliyor; “bildiğim tüm kuralları çiğnemek gibiydi.”
-Sonraki yıllarda Köln Müzik Yüksekokulu’nda eğitimine devam eden Brönner, profesyonel kariyerine de henüz daha okuldayken, piyanist Horst Jankowski’nin orkestrasına katılarak atıldı. Kısa bir süre sonra büyük övgü toplayan çıkış albümü Generations of Jazz’ı da 1993 yılında yayınlandı. Almanya’nın önemli müzik eleştirmenleri ödülüne layık görülen ve biraz da geleneksel bir bop havası barından albümde de Brönner’e Ray Brown, Jeff Hamilton ve Grégoire Peters gibi müzisyenler eşlik ediyordu.
-Berlin Senfoni Orkestrası ile beraber hazırlanan 1996 tarihli German Songs, sanatçının film müziğiyle yaptığı ilk atılım olarak, klasik Alman film temalarına caz dörtlüsü ile klasik orkestra için hazırladığı düzenlemeleri dinleyicilere sundu. Fakat Brönner’in bu çalışmaları uzun yıllarca devam etti, öncelikli olarak Jazz Seen (2001) ve Höllentour (2004) belgesellerinin besteleriyle, günümüze kadar ise kalabalık orkestrası ve The Godfather, Titanic ve Casablanca gibi klasiklerle donatılmış repertuarıyla sahnede icra etti.
-Oldukça üretken bir isim olan Brönner, Verve etiketiyle olan çıkışını da 1998’de Love ile yaptı ve 2002 ise DJ Samon Kawamura ve Mark Murphy ile işbirliği olan, elektronik serpmelere yer veren Blue Eyed Soul’u gördü. Ardından ise en büyük albümlerinden biri olan ve kendisini Almanya’daki en başarılı caz sanatçısı yapan That Summer (2004) geldi. Bunları takiben başlıca yayınları ise 2009 tarihli, Brezilya’ya ithafen hazırlanan bossa nova ağırlıklı Rio, daha rock odaklı, 2010 tarihli At the End of the Day ve 2014’te de devam eden film müziği çıkarmalarından bir derleme olan Movie Album oldu.
-Artık yola koyulduğu geleneksel bebop sesine R&B ve elektronik müzikten rock, pop ve soul’a kadar, asla gösterişe kaçmadan aşıladığı farklı stillerle tanınan Brönner, yayınladığı her albümle sürekli olarak yeni kulvarlara açılmaya devam ediyor. Daha çok smooth caza kayan veya cazın sınırlarından sapan bir şekilde sınıflandırılsa da, kariyeri boyunca bunun gibi sınırlamalara hiç bakmadan, sadece kendine özgü, tanınabilen bir müziği oluşturmayı önemsedi. Ona göre, “seversen seversin, sevmezsen de sorun yok. Ben yalnızca bir caz trompetçisiyim.”
-Son olarak da Brönner’ın en güncel albümü ise 2018’de yayınlanan Nightfall oldu. Minimalizmine biraz daha deneysel bir yaklaşım sergileyen, basçı Dieter Ilg ile gerçekleştirdiği bu işbirliğinde de Leonard Cohen, the Beatles, Johnny Green, Ornette Coleman, Johann Sebastian Bach ve Melchior Vulpius’tan parçaların yanı sıra, ikilinin birkaç tane de orijinal eserine yer veriliyor. “Kariyerim boyunca her şeyi temellerine indirgeme isteğim olmuştur. Bu projeyle uzun sureli bir rüyamı gerçekleştirmiş oldum.”