21.06.2018
Yazı: Leyla Aksu
Yavaş yavaş kolektif pop bilincimize nüfuz eden sanatçı, aktivist ve muhalif Ai Weiwei, son yılların en üretken ve tartışılan isimlerinden biri. Videodan heykel, fotoğraf, enstalasyon, performans sanatı ve mimari gibi tüm medyalarda çalışan ve bir yandan teknoloji ve transparanlıktan faydalanan ve bunları benimseyen Ai Weiwei, kendi hikâyesini oluştururken bir yandan da kendi hikâyesi olmayanlara ses olmaya devam ediyor. Son olarak odağını mülteci krizine çeviren ve ilk uzun metraj filmini yayınlayan sanatçının pek bilinmeyen film ve müzik merkezli projelerini mercek altına alıyoruz.
-Ai Weiwei Porselene Dair başlıklı sergisi ile 15 Nisan 2018 tarihine kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nin konuğu olan Ai Weiwei videodan enstalasyona birçok farklı sanat disiplininde kendisini ifade eden bir sanatçı. Sanatsal üretiminde film ve belgesel çalışmalarına ayrı bir yer veren Ai Weiwei son olarak 74. Venedik Film Festivali’nde prömiyeri yapılan Human Flow belgeseli ile Altın Aslan ödülü için yarışmıştı.
-1980’lerde ABD’ye taşınmadan önce Beijing Film Academy’de eğitimini alan Ai Weiwei’ın film çalışmaları 2000’lerin başlarında başladı ve kendi artistik müdahaleleriyle birlikte ülkesinin altyapısal alandaki değişikliklerini, sosyal yapısını ve devlet baskısı, gözetim ve sıkı yönetimin artışını belgeledi. Yine de müzikle olan ilişkisi çok daha gergindi.
-Müzikle olan ilişkisini çoğunlukla kültürel ve politik kontrol formları üzerinden kuran Ai Weiwei, müzik dinlemeyi çok da önemsemediğini en baştan belirtmişti: “Büyürken yalnızca komünist müzikler dinlemeye zorlanıyorduk. Sanırım bu bende kötü bir izlenim bıraktı. Tabii ki müzikten keyif alabilme ve hislenebilme yetisine sahibim. Ama hiçbir zaman bilinçli olarak herhangi bir müziği aramıyorum. Yani benim için, en iyi müzik sessiz olanıdır.” Sonraki yıllarda şiddetli bir şekilde değişen bir görüş.
-Sanatçının belgesel çalışmaları Beijing 2003 (2003), Chang’an Boulevard (2004), Beijing: The Second Ring ve Beijing: The Third Ring (2005) gibi filmlerle başladı. Her biri Pekin’i incelerken, şehrin genişleyen altyapısı ve şiddetli bir şekilde değişen sosyal durumlarıyla birlikte kentsel dönüşümün beraberinde getirdiği gergin periyodu saatler süren çekimlerle yakalıyor.
-Bu filmleri 2007 yapımı Fairytale takip etti. 1001 Çin vatandaşının 28 günlük bir zaman diliminde Almanya’ya götürülüşünün detaylı bir anlatısını bir tür yüksek ölçekli peri masalına dönüştürüyor. Sanatçının en sık işbirliği yaptığı isimlerden biri olan yeraltı müzisyeni ve prodüktör Zuoxiao Zuzhou da projede yer alıyor. Weiwei müzisyeni “Çin’in en önemli müzik insanı” sözleriyle tanımlıyor.
-Sonraki yıl Ai Weiwei belgeselleri odağını yıkıcı Sichuan depremine çevirdi. Vatandaşların soruşturmaları kapsamında daha fazla bilgi toplayabilmek için tasarlanmış bir girişim olarak başlayan Little Girl’s Cheeks (2008) ve felakette hayatını kaybeden öğrencilere bir saygı duruşu olan 4851 (2009), söz konusu belgeseller. Soruşturmanın devam ettiği ve ortaya daha fazla isim çıktığı 2010 yılında da Remembrance isimli bir ses bütünü yayımlandı. Söz konusu proje, depremde hayatını kaybetmiş olan tam 5205 öğrenciyi isimleriyle anıyor ve seslerini yükseltiyordu.
- Weiwei’nin çeşitli vatandaşlarının devletin baskısıyla karşılaştığı deneyimlerini paylaştığı film projelerinden ilki A Beautiful Life (2009), ülkeye girmesi dokuz kez reddedilen Zhenghu’yu konu ediyordu. Disturbing the Peace (2009), Yang Jia’nın tartışılan duruşmalarını takip ediyor; Hua Hao Yue Yuan (2010), Liu Dejun ve Liu Shasha isimli aktivistlerin maruz kaldıkları tacizlere dikkat çekiyor; Piang’an Yeuqing (2011), Qian Yunhui’nin ölümünü mercek altına alıyor ve Stay Home (2013) filmi de ülkenin tek çocuk kuralını ihmal ederek doğan Liu Ximei’nin hikâyesini anlatıyordu.
- İşinin doğası gereği devletin dikkatini her geçen gün daha fazla çekmeye başlayan ve çeşitli tacizlere maruz kalan Ai Weiwei, bu yıllarda kamerayı daha sık kendine çevirmeye başladı. Örneğin 2011 yapımı So Sorry, sanatçının polis tarafından dövüldükten sonra Çin hükümetiyle olan gerilimli ilişkisini konu ederken; üç yıl sonra çekilen Ai Weiwei’s appeal 15,220,910.50 sanatçının 2011 yılındaki 81 günlük gözaltı sürecindeki olayları yeniden canlandırıyordu.
Sanatçının gözaltı sürecinin ardından müziğin çalışmalarında işgal ettiği yeni bir rol oluşmaya başladı. Weiwei, müzikle olan ilişkisinin değişmesine ilişkin olarak şunları söylüyor: “Gerçeği söylemek gerekirse, hiç müzik dinlemedim. Gözaltım sırasında gardiyanlar çok sıkılıyordu ve benden sürekli şarkı söylememi istiyorlardı. Çocukluğumuzda öğrenmek zorunda olduğumuz devrimci şarkılardan birini söyleyemediğim için çok üzgün hissettim… Zamanın çok daha çabuk geçmesini sağlardı.”
- Kitlesel bilinçte kendine hızlıca yer eden işlerinden biri de 2012’de yayımladığı, Psy’ın “Gangnam Style” şarkısını değiştirerek hükümetin sansürüyle dalga geçen satirik müzik klibiydi. Ai Weiwei, bir sonraki yıl prodüksiyonu Zuoxiao Zuzhou imzası taşıyan ilk pop-metal albümü Divine Comedy’yi yayımladı. Altı şarkılık albümün ilk sinyali “Dumbass” şarkısının, Weiwei’ın gözaltı sürecindeki deneyimlerini tamamıyla yeniden canlandıran vurucu klibiyle verilmişti. Bu noktada Ai Weiwei şunları söylemişti: “Müzik bir tür kişisel terapi olduğu gibi halkın bir şeyleri fark etmesine de yardımcı olan bir şey. Bu tür durumlar bile hâlâ olumlu bir girişime dönüşebilir.”
-2014 yılında Çin’deki ev hapsi devam ederken, çalışmaları San Francisco’ya doğru yola çıktı ve Alcatraz’a sızdı ve ortaya @Large: Ai Weiwei on Alcatraz isimli sergi çıktı. Bir kez daha insan hakları ihlalleri ve devlet sansürüne odaklanan sergide Pussy Riot, Tibetli şarkıcı Lolo ve Robben Island Singers’ın gibi bir dönem hapiste kalmış müzisyenlerin şarkıları eşliğinde hazırlanmış ses enstalasyonları da yer alıyordu.
- İlginç bir işbirliği de 2015 yılında Ai Weiwei’ın karışık medya operası As Big as the Sky’la geldi. Hollandalı besteci Arnoud Noordegraaf ve İngiliz yazar Adrian Hornsby’la çalışan Ai Weiwei’nin özenle hazırlanmış sahnesi ve film enstalasyonları günümüz Çin’inde geçen alışılmamış bir hikâyenin fonu olmuştu. Bu çalışma daha sonra operadan bağımsız olarak da sergilenmişti.
- Sanatçının en son işlerinden birinde kamerasını büyüyen mülteci krizine çevirdiğini görüyoruz. 2016 yılında birçok farklı projesinin yanı sıra, sanatçının Yunanistan – Makedonya sınırına müzik götürdüğüne tanık olduk. “Dünyaya sanatın savaşı aşacağını söyle(mek)”, Idomeni mülteci kampının kıyısına bir büyük beyaz piyano yerleştiren Ai Weiwei, Nour Al Khzam’ı müziğini paylaşması için davet etmiş ve projeyle ilgili olarak da şunları söylemişti: “Onların yeni bir görünüşünü ortaya çıkarmak, yeniden ihtimaller, sanat ve hayal gücünü yaratabilmek istedik. Dünyaya yeniden hatırlatılması gereken görüntü budur.”
- Ai Weiwei son olarak, 2017’nin sonlarında epeydir beklenen kitlesel yer değiştirme ve göçü konu eden belgeseli Human Flow’u yayımladı. Bir yıl süren çekimler ve Afrika’dan Güneydoğu Asya’ya, Ortadoğu’ya, Avrupa’ya ve Kuzey Amerika’ya uzanan yüzlerce saatlik görüntünün bir bütünü olan film 23 farklı ülkede 40’tan fazla kampa yapılan ziyaretlerle ortaya çıktı. Sınırların ötesinde yaşanan mülteci krizini takip eden yönetmenin ilk uzun metrajı, sürekli bir aralıksız ve yıkıcı bir şekilde devam eden insan akışını ölçekliyor.