12.09.2021
Röportaj: Biçem Kaya - İllüstrasyon: Saydan Akşit
Her zaman yolda: İlhan Erşahin
Dünya haritasının kuytu köşelerindeki sesler İlhan Erşahin'in kendini bulduğu, birlikte ürettiği müzisyenlerle yakaladığı soundunda yankı buluyor, dinleyiciyi de bir yolculuğa davet ediyor. Hatta fezaya çıkarıyor. Kendisiyle sohbetimizin çıkışını, onun için de bir başlangıç olan yolda olma durumundan aldık ve gelecek planlarına uzandık.
Erşahin’in köklü projesi İstanbul Sessions, Arto Tunçboyacıyan eşliğinde 31. Akbank Caz Festivali kapsamında 7 Ekim’de Zorlu PSM Turkcell sahnesinde.
Müzik tutkun seni yıllar önce Stockholm’den New York’a taşımıştı. Bunda Jack Kerouac’ın kaleme aldığı Beat kuşağının temeli On the Road romanının da büyük payı olduğunu söylersin. Zamanının büyük kısmının turnelerde geçtiğini düşünürsek, yolda olmak senin için nasıl bir süreç? Geriye dönüp bu romana yeniden baktığında neler düşünüyorsun?
Kerouac’a bayılıyorum. Tüm metinleri harika. 1950’lerde ABD’de yaşanmış o günler çok özel bir döneme işaret ediyor ve yankıları birçok başka coğrafyaya da taşınıyor. Evet, benim yaşantım da bir anlamda o kitaba benziyor aslında. Açık olmaya; günü yaşamaya ve hayatı bana geldiği gibi almak için çok çaba sarfediyorum. Beat kuşağı da anda kalmak, günü yaşamak ve hepsinden önemlisi açık ve yaratıcı olmakla ilgiliydi. İlginçtir ki New York’a taşınmak istemem için de The Warriors filminin yanı sıra Peter Tosh ve The Rolling Stones üzerimde yeterli etkiyi yaratmıştı. İkisine de bayılıyordum ve kafamda New Yorklulardı. Bir anlamda öylelerdi de sahiden. En azından orada kayıt yapıp zaman geçirmişlerdi.
Taksim ve makamların caz ile uyumlu olduğu görüşündesin. Ayrıca performansın aynı şekilde tekrar edilebilirliğinin çelişkili yapısına dikkat çektiğin gibi, anda olmanın vurgusunu da sıklıkla yapıyorsun. Müzik anlayışındaki bu iki baskın düşünce biraz da Doğu kültürlerinde icracısıyla eserin biriciklik ilişkisini, Batı’nın sistematik kaydetme metodolojisinden ayırıyor. Kendi sesini arayan / bulan bir müzisyen olarak caz ve Doğu müziği arasındaki yakın ilişkinin senin üzerinde ne gibi bir etki yarattığını söyleyebilirsin?
Benim için günün sonunda her şey tınıyla ilgili. Her ne ölçü ya da armoni kullanırsan kullan, kendi sesini bulmakla ilgili. Coltrane’e bak, Miles’a bak ya da Wayne Shorter’a bak... Herkes için geçerli bu. İlk notayı duyduğun anda onlar olduğunu anlıyorsun. Ama elbette farklı kültürleri, ölçüleri ve ruh hallerini bir araya getirmek ilgi çekici oluyor. Bu sayede hayata yenilikler kazandırılıyor. Örneğin ben her zaman blues ölçülerini Doğu esintilerinden ölçülerle bir araya getirim. Çünkü ben buyum.
Eskisi gibi bir araya gelmelerin olamadığı bir dönemdeyiz. Konser mefhumu dönüştüğü gibi kompozisyon ve kayıt süreçlerinde de kimi değişiklikler baş gösterdi. Pandemide albüm kaydı yaptığını da göz önüne alırsak bu süreçte senin alışkanlıklarında neler değişti?
Benim için çok da bir şeylerin değiştiğinden emin değilim ama emin olduğum bir şey var ki çok fazla düşünme fırsatı buldum ve bunun bir anlamda değişime giden bir süreci başlattığını sanıyorum. Herkes için de aynı deneyimin geçerli olduğunu umuyorum. Sanki artık planlarımı daha sakin bir şekilde, daha çok düşünerek yapıyorum. DJ’lerle birlikte çalmak bana çok fazla şey öğretti. Çünkü onların olayı bir şeyi inşa etmekle ilgili. Caz ve canlı müzikte çoğunlukla yükselinen sonra düşülen sonra tekrar yükselinen ve sonra tekrar düşülen bir yol çizilir. Tüm emprovize müzikler için olmasa da çoğu için geçerli bir durum bu.
Yakınlarda Oceanvs Orientalis ile “Pire” ve “Mesta” teklilerini paylaştın. 2017’de Cappadox’da ilk defa birlikte çalarken dinlemiştik sizleri. Oceanvs Orientalis ile ortaklığınız nasıl başladı? Yolda bir albüm var mı?
Evet. İki tekli de albümümüzde yer alan şarkılar. Albümü yakında yayınlayacağız. Bunlar da albümün ilk iki teklisi. Şafak ile bir araya gelmemiz de diğer çoğu maceram gibi gerçekleşti: doğal yollarla. Tanıştık ve çok iyi arkadaş olduk. Sonra da müzik yapmaya başladık. Şafak’ı çok seviyorum. Müziğin farklı alanlarından gelen zihinlerle çalışmak her zaman çok ilgimi çekiyor. Çok seviyorum.
Arto Tunçboyacıyan’la sahnede olmak seni hangi açılardan heyecanlandırıyor? Onun müziğiyle ilk ne zaman tanıştığını paylaşabilir misin?
Arto ile arkadaşlığımız çok eskiye dayanıyor. Sanırım ilk Wax Poetic albümünü hazırladığım zamanlarda, 1998 yılı civarında tanışmıştık. O günlerden beri belirli aralıklarla birlikte çalıyoruz. Hep derim ki Arto bir müzisyen değil; bir sihirbaz.
New York, müzik mekânları konusunda kendine özgü bir dinamizme sahip. Bir parlayıp bir sönen DIY diyebileceğimiz sahneler farklı müzik deneyimleri sunarken müthiş bir devinim de yaratıyorlar. New York sahnesinde 19 yıldır kendi sesiyle var olmaya devam eden Nublu’nun gerek değişen bağlamı gerek bu müzik ortamındaki konumuyla ilgili neler düşünüyorsun?
Nublu gibi bir mekan daha olmadığını söylemeliyim. Ayrıca keşke dünyanın başka yerlerinde de Nublu gibi birçok mekan olsaydı. Hepimiz ev gibi hissettiğimiz, gerçek sanatın icra edildiği ve müziğin anı yaşattığı mekanları hak ediyoruz. New York’ta olduğumda hala her gece Nublu’ya gidiyorum. Her seferinde harika bir grup müzisyen ye da DJ oluyor. Programı hazırlarken çıtayı yüksek tutmaya ve ilgi çekici kılmaya özen gösteriyorum. Nublu benim yarattığım konseptte, benim kürasyonumla işleyen bir yer olsa da herkesin mekanı aynı zamanda. Komünist bir sanat diktatörlüğü gibi!
Geçtiğimiz yıl Nublu Orchestra conducted by Butch Morris ile efsanevi şef Lawrence Butch Morris’in konser deneyimlerini albümleştirmiştiniz. Böylesi bir efsanenin anısını canlı tutmak ve yeni dinleyiciyle de buluşabilmesini sağlamak adına çok önemli bir arşiv çalışması olduğunu düşünüyorum. Senin açından da duygu yüklü bir süreç olduğunu tahmin ediyorum. Bu seri için başka planlar da var mı?
Evet, önümüzdeki yıl yayınlayacağımız 6-7 konser albümü daha var. Gerçekten umuyorum ki bunları bir gün plak olarak da basabiliriz. Hayalim bu yönde ama yüksek bütçeli bir iş. Butch Morris benim çok yakın arkadaşımdı. Oun çok seviyorum. Bana hep İlhan Koman’ı hatırlatırdı ki benim ismim İlhan Koman’dan gelir. Kendisi babamın en yakın arkadaşıydı. Onu tüm kalbimle çok severdim.
İstanbul Sessions ile İstanbul’un köşe bucak yerlerinden sesleri keşfettiniz, Solar Plexus albümüyle fezadan hikâyeler de sundunuz, geçtiğimiz yıl yayımlanan Bir Zamanlar Şimdi ile Hititlerden de söz ettiniz. Yeni bir albüm ya da içerik olarak dörtlünün gelecek planları nedir?
Elbette keşiflerimizi sürdüreceğiz. Çok yakında yeni kayıtlar yapacağımızı söyleyebilirim. Hatta bunu sonbaharda yapacağımızı ve 2022’de dinleyiciyle paylaşacağımızı umuyorum.
Önceki röportajlarında pandemi döneminde arşivindeki kayıtları dinlemeye ağırlık verdiğini belirtmişsin. Bu dönemde ne gibi keşifler yaptın? Yeni farkına vardığın, “Nasıl gözden kaçmış?” dediğin keşifler oldu mu?
Çok fazla oldu… Yeni bir trio olarak çok heyecan verici bir albüm kaydettik. Bu trioda harika davulcu dostum Kenny Wollesen ve Nicolás Jaar’ın Darkside’daki grup arkadaşı, muhteşem gitar insanı ve prodüktör Dave Harrington’layız. Albüm hazır ve çok yakında yayınlanacak. Bu sıralar Brezilyalı grubum Praia Futuro’yla da yeni bir albüm tamamlıyoruz. İlk albümümüz enstrümantaldi. İkinci albüm ise daha vokal odaklı olacak. Aynı zamanda yeni Wax Poetic albümüne başladığım için de heyecanlıyım. Bir yandan Hüsnü [Şenlendirici] ile yeni bir Wonderland albümü de hazırlamak istiyorum. Bir de az önce de bahsettiğim gibi ana canlı grubum haline gelen Istanbul Sessions ile kaydedeceğimiz yeni çalışmanın heyecanı var.