15.03.2021
Yazı: Merdan Çaba Geçer
İllüstrasyon: Saydan Akşit
Gerçekliğe büyülü dokunuş, kompleks ve paralel anlatılar, kendine özgür bir mizah anlayışı… Yaşam, ölüm, rüya ve bilinç arasında keşfe çıkmayı pek seven Belçika asıllı yönetmen Jaco Van Dormael; bu yıl 22 Mart-1 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek 17. Akbank Kısa Film Festivali’nin konuğu olacak.
Van Dormael sinemasının kökleri, yönetmenin dünyaya gözünü açtığı güne uzanıyor esasen. Doğumunda göbek kordonunun boynuna dolanması nedeniyle neredeyse boğulunca, doktorlar yetersiz oksijen almasının zihinsel engele yola açabileceğini söylemiş. Böyle bir durum yaşanmamış elbet fakat bu sarsıcı olay yönetmenin kişisel yaşamında ayrı bir yer edinmiş. Sıklıkla zihinsel ve fiziksel engelli insanların deneyimlerinden, dünyaya baktıkları pencereden ilham alması; bunu da derin saygı içeren bir anlayışla gerçekleştirmesi boşuna değil. Onların “yaşama ve yaşamı sevme yeteneklerine" olan hayranlığını sıkça dile getirmekte.
Bilindiği üzere çocukluk ve masumiyet, Van Dormael’in kariyeri boyunca işlediği güçlü temalar arasında. Henüz sinemaya atılmamışken palyaço olarak çalışması, hatta çocuk tiyatrolarında yapımcı kisvesiyle görev alması bundandır pek şaşırtıcı değil. Gençlik yıllarını Avrupa topraklarını arşınlayıp farklı kültürleri keşfederek geçiren yönetmen, INSAS ve Louis Lumière Koleji’nde sinema eğitimi aldıktan sonra, 1981’de ilk kısa metraj filmi Maedeli la brèche’i çekti.
İlk kısa metrajıyla Akademi’nin ödüllendirdiği bir yetenek
Van Dormael filmin merkezine bir akrabasına emanet edilmiş, kırsaldaki yaşamı keşfeden Mathieu’yu ve erkek olmayı hayal eden küçük Maedli’yi yerleştirmişti. Onun ne kadar umut vadeden bir keşif olduğu okyanusun öbür tarafında da fark edildi ve Maedeli la brèche ile Van Dormael, Oscar’ın arkasındaki kurum olan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarafından “Öğrenci Akademi Ödülü”ne layık görüldü. Van Dormael verimli bir üretim sürecine başlayıp, 80’lerde arka arkaya önemli kısalar çekti.
14 dakika uzunluğundaki kısa belgesel Stade 81 (1981), çeşitli engelli gruplarından sporcuların yarıştığı Paralimpik Oyunları’nı odağına almaktaydı. Ardından iki zihinsel engelli bireyi yakın merceğe alan L'imitateur (1982) ve bir başka belgesel çalışma olan Sortie de secours (1983) geldi. Bu dönemki işleri arasında en beğenilen ise È pericoloso sporgersi’dü (1984). Çeşitli Avrupa festivallerinden ödülle dönen yapım zor duruma itilen, imkansız bir karar vermesi istenen bir çocuk hakkındaydı.
1985’te çektiği müzikal De boot’un yanı sıra; Where I'm Headed (1999), La ceinture (2006), Eole (2010) ve The Shape (2019)’in de adını anmak gerek. Lumière et compagnie (1995) içinse ayrı bir parantez açmalı. Proje için, Lumière kardeşlerin icatı orijinal sinematograf kamerayı kullanarak, kısa metraj film çekmiş kırk yönetmenden biriydi. Bu filmlerin çekimlerinde üç önemli şart konulmuştu: 52 saniyeyi geçmeyecekler, ses senkronize olmayacak ve en fazla üç çekim yapılacak.
Uzun metraja geçiş, iki unutulmaz film: “Toto le héros” ve “Le huitième jour”
De boot’un ardından sinemaya altı yıllık ara veren Jaco Van Dormael, 1991 çıkışlı Toto le héros ile filmografisinin ilk uzun metrajına imza attı. Geriye dönüşlerin ve bilinç akışı tekniğinin sıklıkla kullanıldığı yapım, çok sonraları çekeceği Mr. Nobody gibi, hayatın karşımıza çıkardığı ihtimaller ve olası sonuçları üzerine düşünmekteydi. Filmin uluslararası arenada yakaladığı başarı her sinemacıya nasip olmayacak etkideydi; Cannes’dan César’a, Avrupa Film Ödülleri’nden BAFTA’ya birçok önemli otorite tarafından onurlandırıldı.
Van Dormael artık yeni kuşağın en heyecan verici yeteneklerinden biri olarak anılmaya başlamıştı. Kariyerindeki yükselişi bir sonraki aşamaya taşıdı ve Cannes’dan ödülle ayrılan, hanesine bir Altın Küre adaylığı da yazdıran Le huitième jour (1996) ile izleyici karşısına çıktı. İyi bir gişe başarısı da elde eden yapım; Down sendromuna sahip Georges (Pascal Duquenne) ile mutsuz işadamı Harry’nin (Daniel Auteuil) tesadüfler akabinde kesişen hayatlarını anlatıyordu.
Büyük bütçeli bir deneysel çalışma: “Mr. Nobody” ve sonrası
Büyük beklentilerin ağırlığından mı bilinmez, Le huitième jour’un ardından gelen on üç sene boyunca uzun metraj film çekmedi. Bu zaman aralığını iki kısa film, bir de televizyon dizisi bölümüyle tamamladı.
Neredeyse altı yıl süren bir hazırlık sürecinin ardından, 37 milyon Euro bütçesiyle en pahalı Belçika filmi ünvanını elde eden Mr. Nobody gün yüzüne çıktı. “Herkesin karşılaşabileceği sonsuz olasılıklar hakkında deneysel bir film” olarak tasvir ettiği yapım, hem ilk ve tek İngilizce çalışması olması, hem de başrolde Jared Leto gibi bir Hollywood yıldızını barındırmasıyla sinemasında yeni bir eşiği işaret ediyordu. Mr. Nobody kimilerince fazla dağınık bulunsa da, kendine ait bir hayran kitlesi edinecekti.
Sonraki hamlesi, filmografisinin en deneysel işi Kiss & Cry (2011) oldu. Sadece elleri gözüken dansçılar ve araya serpiştirilen animasyonlarla izleyenlere sıradışı bir deneyim yaşatan yapım, devamı niteliğindeki Cold Blood’a önayak oldu. 2014’te yine Altın Küre adaylığı elde edecek, sansasyon etkisi yaratan bir komediye imza attı: Le tout nouveau testament. Film basitçe Tanrı’yı Brüksel’de yaşayan, huysuz bir adam olarak tahayyül ediyor; küçük kızı Ea ona sinirlenince, tüm insanlığa ölecekleri tarihleri SMS olarak gönderiyordu. Birçok norm ve değeri altüst eden bu dinler üstü deneyim, seyir zevki yüksek işleri arasındaydı.
Şu aralar Europe - C 19 isimli belgesel projesinin post prodüksiyon aşamasıyla meşgul olan Jaco Van Dormael, Akbank Kısa Film Festivali aracılığıyla, birçok sinemacı ve sinemacı adayı ile deneyimlerini paylaşacak.