17.04.2018
Yazı: Sami Kısaoğlu
İllüstrasyon: Saydan Akşit
Geniş anlamı ile Avrupalı müzisyenlerin, caz müziğinin temel öğeleri üzerine kendi kültürel köklerini, eski kıtanın ortaçağdan yirminci yüzyıla uzanan müzik geçmişini ve bireysel tecrübelerini ekleyerek oluşturdukları Avrupa cazı fikri onlarca farklı kırılmaya tanıklık ederek 1960’ların sonundan günümüze ulaştı. 1960’ların son yıllarından itibaren Avrupa caz sahnesi müzikal anlamda eşine az rastlanır bir rönesansı yaşarken, bugün adını çok iyi bildiğimiz onlarca müzisyenin ilk kayıtlarını yaptığı, ilk turnelerini gerçekleştirdiği yıllar olarak caz tarihindeki yerini aldı. Arild Andersen, John Taylor, Tomasz Stanko, Jon Balke, Terje Rypdal, Bobo Stenson, Enrico Rava, Jon Christensen, Eberhard Weber, Jan Garbarek ve daha onlarca müzisyen yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğine gelindiğinde çoktan kendilerine bir yer edinmiş ve isimlerini duyurmuşlardı. Bu dönemde Avrupa caz sahnesinde kendine sağlam bir yer edinmeyi başaran müzisyenlerden biri de İngiliz multi-enstrümantalist John Surman idi. Sanatçı 1968 yılında nefes verdiği ilk albümü Vocaliondan (Deram Records) günümüze kariyerinde 50 yılı geride bıraktı. Surman kuşkusuz yarım asırdır Avrupa cazının en üretken suretlerinden biri. Her albümünde yeni soruların, başka seslerin ve renklerin peşinde koşan Surman’ın diskografisinin ilk albümünün 50. yılı vesilesiyle sanatçının kariyerine retrospektif bir bakış sunmak hem onun çok yönlü müzikal evrenini tanımak hem de üretiminin satır aralarını keşfetmek adına yararlı olacaktır.
Kökler
Başlangıçta Norveçli meslektaşı Jan Garbarek gibi John Coltrane ve Amerikan cazından etkilenen John Surman çok geçmeden kendi özgün sesini yaratmayı başardı. Bir röportajında “kulaklarım büyük ölçüde Mingus, Shepp, Ornette, Rollins ve Coltrane’in yaptıklarına odaklanmıştı” diyen sanatçı ilerleyen yıllarda yaşlı kıtanın müzikal topografyası ve tarih çizgisinde ileri ve geri giderek, birçok müzik türünü keşfetme fırsatı buldu. Surman 1970’li ve 80’li yıllar boyunca olabildiğine çok boyutlu ve katmanlı bir müzikal gelişim gösterdi. Detaylarına ilerleyen satırlarda daha ayrıntılı olarak yer vermek istediğim bu gelişimin başlıca ayaklarını Surman’ın Ada Avrupası ve İskandinav halk müziklerine karşı olan ilgisi oluşturuyordu. Ortaçağ’dan Rönesans’a uzanan zaman diliminde yazılmış olan İngiliz kilise müziği eserleri ve minimal müziğin yenilenen akor dizileri de Surman’ın müzikal dilinin oluşumuna yön veren diğer etkenler arasında yer alıyordu.
Alman caz eleştirmeni Joachim E. Berendt’in milyonlarca baskı yapmış Caz Kitabı Ragtime’dan Fusion ve Sonrasına isimli çalışmasında Surman ile ilgili olarak aşağıdaki satırlara yer veriyor: “Serbest üsluba eğilimli müzisyenler arasında 1960’lı yıllarda uluslararası planda tanınan sadece iki baritoncu vardı: Sun Ra Orkestra’nın üyesi Pat Patrick ve Avrupa’da İngiliz John Surman. Surman Japon eleştirmenlerce o zamanlar ‘yeni cazın en önemli baritoncusu’ olarak nitelendirilmişti. Surman, 1970’li yılların başında soprano saksafona daha fazla önem verdi; ancak 1980’lerde yeniden baritona döndü. Coşkulu glissando’ları, baş döndüren sound’u ile bariton saksafonun hep çok dar kabul edilen tonal sınırlarını, tenor çalış tarzının tiz bölgelerine ve ötesine kadar genişletti; sound’u üst perdelerde keskin ve soğukken, alt perdelerde yumuşak, sıcak ve dolgundu.”
Geride kalan son kırk yıla dönüp baktığımızda; Surman’ın caz tarihinin görmüş olduğu en cesur bariton saksafon müzisyenlerinden biri olduğunu görürüz. Artık yetmişli yaşlarının başında olan bu İngiliz beyefendisi baritonun adeta o kükreyen sesine korkusuzca kendi müziğinde yeniden hayat verirken, bu enstrümanın solo yorumculuğuna dair tüm limitleri zorlar. Surman sadece baritonun ses skalasını genişletmekle kalmaz sanatçı her albümünde yeni bir maceraya girişir ve kendini her defasında bir adım öteye taşır.
İlk dönem ve ECM ile ilk flört
1979’da ECM için kaydettiği ilk albümden bugüne her defasında farklı müzikal renkler yaratmayı başaran Surman şüphesiz bu firmanın kataloğunda en fazla kaydı yer alan isimlerden biridir. Filmi biraz başa alıp Surman’ın kariyerinin ilk dönemlerine gidecek olursak, onun ilk olarak The Trio isimli toplulukta adını duyurmaya başladığını görürüz. 1970’lerin ortalarında en erken tarihli saksafon topluluklarından biri olan S.O.S’i kuran Surman bu dönemde Ronnie Scott, John McLaughlin, Albert Mangelsdorff gibi Avrupalı müzisyenler ile çalışır. 1976’da The Trio grubunda birlikte çalıştığı Amerikalı kontrbasçı Barre Phillips’in Mountainscapes albümünde yer alarak, otuz yılı aşkın bir süredir ECM ile sürdürdüğü dirsek temasına başlayan Surman, bu firmadan kendi adını taşıyan ilk albümünü ise 1979 yılında kaydeder. Upon Reflection ismini taşıyan bu kayıt ile beraber çok yönlü müzisyen kimliğini ön plana çıkarmaya başlayan Surman albümde saksafonların yanısıra bas klarnet ve synthesizer da çalıyordu. İngiliz folklorundan yalın ve zarif ezgiler taşıyan albümde Surman eserlerinin armonik ve melodik yapılarını desteklemek amacıyla synthesizerda birbirini tekrar eden minimalist akorlara yer veriyordu. "Prelude and Rustic Dance" isimli parçada tamamen nefeslilerden oluşan bir performans sergileyen Surman, bu albüm ile beraber ilerleyen yıllarda da tek başına kaydettiği albümlerde sıklıkla kullanacak olduğu üstüste kayıt konusunun ipuçlarını veriyordu. Upon Reflection ile başlayan tek kişilik albümler dizisine, Withholding Pattern (1984), Private City (1987), Road To Saint Ives (1990) ile devam eden Surman özellikle Private City albümü ile caz çevrelerinde ününü artırıyor, adından daha fazla söz ettiriyordu. Kendisinin bir kez daha tek kişilik bir orkesta kimliğine büründüğü 1990 tarihli Road to St. Ives albümü onun kilise müziği ve İngiliz folk müziklerine olan ilgisinden derin izler taşır. Surman’ın 2013 yılında çıkan solo albümü Saltash Bell caz alanındaki en önemli radyo kanallarından biri olan Jazz FM tarafından “En İyi Albüm” ödülüne layık görülür. Kendisine ilham kaynağı olan İngiliz ve Kuzey Avrupa folklorik ezgileri etrafında son derece özgün bir sesler kozmosu tasarlayan Surman albümde tüm enstrümanlara kendisi hayat verir. Surman’a özgü onlarca farklı resimsellik barındıran albümün çıkış noktasında bestecinin Norveçli fotoğrafçı ve yönetmen Odd Geir Saether’nin filmi için yaptığı müzikler yer alıyor.
Son olarak 2018’de ECM etiketiyle Invisible Threads isimli albümü yayımlanan sanatçı bu albümle yıllar sonra trio formatına geri döner, kayıtta kendisine Amerikalı viprafonist Rob Waring ve Brezilya piyanist Nelson Ayres eşlik eder.
Müzikal Ortaklıklar: Karin Krog, Jack DeJohnette, ...
Hiç şüphesiz Surman’ın stüdyo ve sahne projelerinde çalışmış olduğu müzisyenlerle, birlikte üretmiş olduğu çalışmaların her biri ayrı bir yazı konusu olabilecek genişliktedir. Kariyerinin erken dönemlerindeki ilgi ve meraklarını gün geçtikçe genişleten Surman, sadece ilgi alanları doğrultusundaki projelerle sınırlı kalmamış, ECM’ın kataloğundaki birçok sanatçının albüm ve sahne projelerine de konuk olmuştur. Hilliard Ensemble’ın eski tenor sesi John Potter’ın John Dowland projelerine soprano saksafonu ve bas klarneti ile katılan Surman, Tunuslu udi Anouar Brahem ve Dave Holland ile Thimar (1997) albümünü gerçekleştirir. Surman’ın İskandinav folkloruna karşı olan ilgisi onu her daim bu coğrafyaya yakın tutarken yeni müzikal ortaklıkların gelişmesine de neden olmuştur. Atlantik Okyanusunun diğer kıyısında Archie Shepp ile gerçekleştirmiş olduğu ikili kayıtlar ile de tanınan Norveç’in efsane sesi Karin Krog ile kariyerinin farklı dönemlerinde çalışma fırsatı bulan Surman bu şarkıcı ile Kuzey folklorik müzikleri üzerine ikili projeler gerçekleştir. Such Winters of Memory (1982) albümü ile başlayan Surman & Krog işbirliği ilerleyen yıllarda Terje Rpydal’in de dahil olduğu Nordic Quartet (1994) albümü ile devam eder.
İlerleyen yıllarda Karin Krog ile olan sanatsal ortaklığını duygusal bir zemine taşıyarak sanatçı ile evlenen ve bir süredir Oslo’da yaşamakta olan Surman’ın kariyerinde Jack DeJohnette’nin de ayrı bir yeri vardır. Davulda postmodern üslubun “baba”sı olarak selamlanan DeJohnette ile duo olarak ilk kez The Amazing Adventures of Simon Simon (1981) albümü için stüdyoya giren Surman’ın DeJohnette ile olan dostluğu yıllar önceye uzanır. İkilinin yolları ilk olarak 1968 yılında DeJohnette’nin Bill Evans’ın triosunda çaldığı dönemde kesişir. O dönemde Ronnie Scott’s Club’da bir jam session ile başlayan Surman DeJohnette dostluğu, Surman’ın 1974’de bir süreliğine New York’a taşındığı dönemde de devam eder. Karl Berger’s Creative Music Studio oluşumunda birlikte dersler veren Surman ve DeJohnette ilerleyen yıllarda Invisible Nature (2000) ve Free and Equal (2001) albümleri için yeniden kayıt odasına girerler. Surman, müziğe ilk piyanist olarak başlayan ve piyanist olarak kayıtlar gerçekleştiren DeJohnette ile son olarak 2008 yılında (John Abercrombie, Drew Gross) Brewster’s Rooster albümünü kaydeder. 1980’ler ve sonrasındaki on yıllık dönemde John Taylor, Tony Oxley, Kenny Wheeler, Elvin Jones, Paul Bley, Bill Frisell, Miroslav Vitous, Gil Evans, Tomasz Stańko, Paul Motian gibi her biri caz tarihinde ayrı bir yere sahip, birçok isim ile çalışan Surman sahne çalışmalarının yanısıra, sahne sanatları için de müzik yazmayı ihmal etmez. Amerikalı dansçı ve koreograf Carolyn Carlson ile olan işbirliğinin yanısıra, Avrupa’dan da çeşitli dans toplulukları için müzikler yazan Surman’ın bestelediği müzikler arasında hiç şüphesiz en ünlü olan Sadlers Wells Royal Ballet için yazmış olduğu “Private City” eseridir. Aynı isim ile ECM’den çıkan albüm Surman’ın en ilginç ve beğenilen albümlerinden biridir.
Klasik Müzik ile Caz Arasında Bir Yerde
Surman’ın kariyerinin son on yıllık döneminde belirgin bir şekilde ön plana çıkan fikirlerden biri de müzisyenin yaylı çalgılar ile doğaçlama müziğin bir arada var olabileceği çalışmalara göstermiş olduğu ilgidir. İlk olarak 2000’de Chris Laurence (kontrbas) ve Trans4mation yaylı dörtlüsü ile Coruscating albümünü Surman, bu ekip ile 2007 yılında bir kez daha stüdyoya girerek The Spaces in Between albümünü kaydeder. Tamamı Surman’ın bestelerinden oluşan The Spaces in Between albümü her ne kadar yaylılar soundunun ön planda olduğu bir çalışma gibi gözükse de, her notasında Surman’ın İskandinav folklorüne olan ilgisini inceden inceye hissettirdiği bir çalışmadır. Yaylılar tarafında birkaç parçada armonik yapı olarak neredeyse klasik dönem akor kurulumlarına ve cümle yapılarına yer vermiş olan Surman özellikle bariton ve soprano saksafonlarda çaldığı sololarla bu klasik düzenin çok ötesinde geçer...
Bitirirken
Caz doğası gereği özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana çok yönlü ve çok odaklı bir müzik türü oldu. Bu çok yönlülük içinde çok az müzisyen Surman kadar engin bir hayal gücüne sahip olmuş ve birbirlerinden böylesine farklı sesleri bir araya getirerek kendi sesinin bir parçası kılmıştır. Hiç şüphesiz Surman’ı biricikleştiren en önemli noktalardan biri budur.