17.11.2020
Ülkemizin en önde gelen müzisyenlerinden perküsyoncu, davulcu ve besteci Okay Temiz, 65 yılı aşan kariyeri boyunca farklı gelenek ve stilleri cazda buluşturmuş, özgün deneyleriyle janrın gidişatını etkilemiş isimlerden biri. 1970’li yıllarda kurduğu ve hâlâ devam etmekte olan Oriental Wind grubundan onlarca uluslararası müzisyenle yaptığı iş birliklerine, Temiz kendi yarattığı enstrümanlarla yeni sesleri keşfetmeyi de sürdürüyor. Biz de usta sanatçıya Akbank Caz Festivali’nin 30. yılını kutlayan albümde yer alan yeni parçası, gelenekselleşen “Ritmin Günü” konserleri ve ritim atölyesindeki çalışmalarıyla ilgili sorularımızı sorduk.
Röportaj: Leyla Aksu
İllüstrasyon: Saydan Akşit
65 yılı aşan kariyerinizde usta müzisyenlerle iş birliği yaptınız, dünyayı dolaştınız, yeni enstrümanlar yarattınız, faklı kültürleri cazda buluşturdunuz. Ancak müzik hayatınızın ilk dönemlerine dönersek, çok ilginçtir ki enstrümanınızı kendiniz seçmediniz. Konservatuardaki yılınıza dönüp baktığınızda, enstrümanınızla ilk karşılaşmanızda, neler geliyor aklınıza?
Eskiye dönersek, yani konservatuvar yıllarına, bazı şeylere uyandım, öğrendim, duydum. Değerli olan şeyler de var, anılar da var; öğrendiğim şeylerin zaten çoğunun faydası oldu sonra bana, klasik konservatuarın sonunda. Fakat Türkiye’de harcadığım on dokuz sene, boşuna geçti diyebilirim.
Akbank Caz Festivali bu yıl otuzuncu yaşını dolduruyor. Bu süre boyunca, kendinizi ritme ve öğrenmeye adamış bir müzisyen olarak, Türkiye’de cazın ve caz dinleyicisinin nasıl değiştiğini gözlemliyorsunuz? Türkiye’deki caz festivallerinin eğitim eksikliğinden bahsettiniz daha önce. Bunun değiştiğini düşünüyor musunuz?
Vallahi burada caz konservatuvarı diye bir konservatuvar açılmıştı—caz konservatuvarı değil de, Bilgi Üniversitesi ve Ankara’da da Bilkent’te vardı sanırım. Buralarda dışarıdan getirtilen birkaç caz hocası vardı. Aralarında benim arkadaşlarım da vardı. Trompetçi “Butch Morris” vardı mesela. O zamanlar birkaç çocuk faydalanabildi bu olanaktan; Türkiye’den pek trompetçi çıkmadıysa da, saksafoncular, davulcular piyanistler faydalandılar. Fakat sonra buralar kapandı. Zaman zaman böyle gelişmeler yaşandı Türkiye’de. Fakat şu anda hiçbir şey yok caz üzerine, hiçbir çalışma yok. Herkes artık internetten öğrenecek. Çünkü hoca yok ortalıkta. Çalınacak yerler de şu an zaten kapalı ve tehlikeli. Oysa cazın beraber çalınması lazım. Cazı arkadaşlarınla karşılıklı “live” çalacaksın ki, dinleyicilerle beraber kolektif bir yükselişe geçeceksin. Onlardan alınan enerji, senin yaratıcılığın, ruhun; bunların hepsi birbirine bağlı.
Dolayısıyla şu anda cazdan bahsetmenin pek alemi yok Türkiye’de. Eski birikimlerle giden, eski çalışmalarla, enerjilerle giden bir hadise var. Yani, “Pandemi oldu, sokağa çıkma yasağı var, aman mümkün olduğu kadar internetten caz öğreneyim” diyen müzisyen bir gençlik de yok Türkiye’de. “Kapanayım, kendimi enstrümanıma vereyim, günde sekiz saat çalışayım” diyen yok. Ha, ben çocukluğumda, gençliğimde on saat çalışıyordum; benim oğlum Tomi daha düne kadar sekiz saat çalışıyordu burada. Ama böyle gençler şu anda pek yok, varsa da çok az var. Teknoloji devri ve süratli bir yaşam olduğu için insanları bunlarla cezbedemiyorsun.
Akbank Caz Festivali’nin otuzuncu yılına özel hazırlanan, birçok farklı ismi bir araya toplayan Dün, Bugün, Yarın albümünde yer alıyorsunuz. Bu projeye dahil olma süreci ve kayıt deneyimiyle ilgili biraz bilgi alabilir miyiz? Sizin için bu projenin parçası olmak nasıldı?
Çok harika bir olaydı. Festival yapılamayan, müzisyenlerin hiçbir şey yapamadığı pandemi döneminde Akbank Caz bunu harika şekilde organize etti. Çok güzel bir proje bu. Başka ülkeleri, festivalleri kıskandıracak bir proje. O açıdan takdirle karşıladım, çok hoşuma gitti ve tebrik ediyorum.
Onun dışında, parçanın kayıtlarını benim stüdyoda yaptık, Okay Temiz Stüdyosu’nda. Son ayarlaması için de Moda’da başka bir stüdyoya gittik arkadaşlarımla. Böyle büyük stüdyolara girip de öyle büyük paralar ödeyecek bir durumumuz zaten yok. Dolayısıyla gayet mütevazı şekilde bunu kendi çabalarımızla yaptık. Besteyi de ben yaptım, zaten öyle isteniyordu. Kaydını da benim stüdyoda yaptık. Hadise bu.
Geçtiğimiz Şubat ayında, gelenekselleşen “Ritmin Günü” konserinizi atölye öğrencileriniz ve Oriental Wind grubunuzla iklim teması altında düzenlediniz. Doğanın da sizin ve müziğinizin için hep ayrı bir yeri olmuştur. Bu organizasyonun, konuk müzisyenlerin nasıl bir araya geldiğini, temanın sizin için önemini biraz anlatabilir misiniz?
Konuk müzisyenler zaten öyle, “hadi gel” diye çağırılmamıştır. Yaptığım proje için kafamda ne varsa; hangi tip müzik, ne mesajı varsa, ona göre müzisyen çağırmışımdır. “Kadına Şiddet”te başka müzisyenler vardır, aranjman değişiktir. “Çocuğa Şiddet” değişiktir, “Tabiata Saygı” öyledir. Su problemine dair olan “Suya Saygı”, o öyledir. Küresel ısınmayla ilgili konserim vardı, ki en son onu yaptık galiba. Doğayı tanıyan, doğa sesi çıkarabilecek şamanlar; bir ormanın içerisine girdiği zaman, çıktığı zaman oradaki sesleri duyabilen ve onları müziğine katabilen arkadaşlarım var her yerde. Hindistan’da var, Brezilya’da var, Güney Afrika’da var, Afrika’da var. Yaptığımı onlarla yapıyor; ancak o müzisyenlere anlatabiliyorum bunları. Onlar mesajı alıyor ve böylece beraber çalmamız bir değer kazanıyor. Onun için müzisyenleri kendi yaptığım aranjmana ve vereceğim mesaja göre seçiyorum. Onlar da geliyorlar.
Peki bu sıralar üzerinde çalıştığınız bir şeyler var mı, bizimle paylaşabileceğiniz? Yeni yaptığınız enstrümanlar, bulduğunuz sesler, atölyelerinizde yeni çalışmalar?
Her projeyi kendim yaratıyorum. Kendim yaratmak mecburiyetindeyim. Kimse bana teklif etmiyor, “Gel, şunu yapalım” diye. Önerileri hep ben veriyorum. Gerek diğer müzisyenlere, gerek belediyeye, gerek hükümete, gerek kültür dairelerine. Bu İsveç’te de böyleydi, maalesef. Yani illa ki her şeyi sen kafanda tasarlayıp sunacaksın ve bir de kabul ettirmek için mücadele edeceksin. O da işin ayrı bir zor tarafı. Çünkü herkes senin gibi düşünmüyor. Kimisi ekonomiyi düşünüyor, kimisi daha ucuz müzik düşünüyor, kimisi klasik düşünüyor... Böyle pek çok sorun var. Dolayısıyla ben bunu tek başıma yapmaya çalışıyorum.
Peki şu an güncel başka projeleriniz var mı?
Güncel projeler yaratmak için oturup düşünüyoruz. Örneğin 11 Şubat benim doğum günüm. Tekrardan belediyeye, Cemal Reşit Rey’e Plastic Ocean konserimiz için müracaat ettik, listedeyiz, yani konser sırasındayız. Tekrar kabul edilirse, bu sene de yaşamda sorun olan bir temayı işleyeceğiz.
Atölye dersleriniz devam ediyor mu? Bunun için bir seviyede olmak gerekiyor mu, yoksa herkes gelebiliyor mu?
O hep devam ediyor; çarşamba günleri. Eskiden her gündü, 400 talebemiz vardı. Şimdilik on beş kişiyiz. Herkesi alıyoruz. Hasta olmadığı müddet herkes gelebilir. Maskeli çalıyoruz. Gelenler de ben de takıyorum. Yani ilgi var ama eskisi kadar değil. Çocukların gelmesini istiyorum çünkü çocuklar mühim ama biliyorsun şu anda çocukların çıkması, annesi babasıyla gelmesi sorun olabiliyor. Ama atölye devam ediyor.